top of page

                                             Yazmanın İlk Fırtınası

Ümit Ahmet DUMAN

Tempo di una tisana e di scorrere i tweet di _bookskywalker_.jpg

 

Yazmaya başlayanların, kurgularını pazara çıkarmaya cesareti olanların ilk sınavları, biraz kitap okuyan, ağzı laf yapan hatta biraz da yazmaya meyilli eş dost akraba varsa onların görüşleri, aferinleri yüreğine sağlık, kalemine sağlık yürü be kim tutar seni yüreklendirmelerinden sonra acaba denilenlerin ne kadarı doğru ne kadarı duygusal anlamanın bir yolu ciddi edebiyat dergilerinden bir kaçına yazınızı metninizi göndermek ve beklemektir.

 

İlk atışta hedefi on ikiden vurmakta vardır tabii ki ama bu kaç kişinin başına gelmiştir, istatistiği var mıdır bilmem. Ben mektup bile yazamazken çevremin yüreklendirmesiyle bu az önce bahsettiğim sırta vurulma süreçlerini geçmemin ardından, yağlanıp paklandım ve kendimi Kırkpınar Meydan'ına attım. İlk öykü, tık yok, ikinci üçüncü derken onu, on beşi buldu neredeyse altı aylık bir flört döneminden sonra dergilerden birinden her zaman “Üzgünüz yazınızı yayınlamıyoruz bir sonraki sefere görüşmek üzere” yerine “Şuralarına buralarına dikkat eder, birkaç yüz sözcükle daha kurgunuzu genişletebilirseniz yayınlamaya karar verdik.” geri dönüşüyle iki üç gün dönüp dönüp mailime bakmak ve ne yazacağım şimdi bunu genişletmek için diye düşünmekle geçti. Her dediğimi demiştim, tamam kısa olmuştu, tamam ama ben zaten kısa kısa yazmayı seviyorum. Keyfime ne karışıyorlar anlamadım. Tüm eş dost akraba sosyal medyadan bağlı olduğum tanıdığım tanımadığım herkes öğrendi tabii bu kutlu olayımı. Bir hafta da istedikleri gibi tamamladım yazımı ve gönderdim. Her gün derginin sayfasını açıyorum, öyküm yayınlandı mı yayınlanmadı mı bakıyorum. Heyecandan ne bir şey okuyabiliyorum, ne de yazabiliyorum. Kendimi önemli ve değerli hissediyorum.

 

İlk öykümün yayınlanmasını ve ardından bunun şerefine çeşitli gazete ve mecmualardan röportaj için arayanları hayal ediyorum. “Biraz daha abartıp öykünüzün kurgusunu biraz daha genişletmeniz halinde bir kısa filme ya da uzun metrajlı bir filme dönüştürebilir miyiz?” tekliflerinin gelmiş olabileceğini görmeye başlıyorum rüyalarımda. Yani anlayacağınız yazar olmuştum. Bir de öykü yayına girerse bir anda meşhur yazarlar arasında anılma yolunda, merdiveninde yerimi almış olacaktım. İçim içime sığmıyordu. Bir lansman, bir açılış kokteyli yapsam mı diye iç geçiriyorum. İçimden bir ses, “Dur bakalım hele şöyle bir ona on beşe çıksın da bir öykü kitabına dönüştür bastır onun ardından bu hayallere yelken açabilirsin.” diyor. Bu arada sosyal medyadan övgüler ve cesaretlendirmelerle “Bunun arkası romandır roman” diyenler, beni ayrı bir disipline sokuyor. Altı ayda birikmiş daha önce gönderip yayınlatamadığım öykülerime çekidüzen verirken yeni bir roman kurgusu oluşturmaya başlamıştım bile kafamda. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın diyor, kurguma yakın kitaplar araştırıyor, çeşitli sayfalarına ufak tefek eklemelerle hemen hemen her gün romanımın beş on sayfasını yazarak altı ayda kabaca üç yüz sayfaya yakın bir roman dosyası oluşturdum. Bir iki ayda da oturdum karakterleri ve kurguyu kendimce yerli yerine oturtmaya çalışarak ve fazlalıkları kesip biçerek ikiyüz sayfalık ilk romanımı bol çay ve sigara tüketerek nihayet tamamladım. Bir yayınevine gönderdim. Yayınevi editörü okuduğunu ancak ne anlattığımı anlamakta zorlandığını söyleyerek bir toplantıya çağırdı. Toplantı da hiç düşünmediğim kurguyu, karakterleri ve olay örgüsünü bambaşka noktalara götürecek yeni önerilerini koltuğumun altına alıp sanki yeniden yazar gibi yazı masama kuruldum. Makine gibi unutmadan aklımdakileri yazıya geçirdim. Yayıma hazır hale getirdim ve yayımlanıyor. Tanrım bu ne hız diyorum kendi kendime. Yayınevi ilk basımdan para almayacağını ama satışların tümünün onlara ait olduklarını söylüyor. Benim için paranın önemi yok, önemli olan o raflarda yer almak, adımdan bahsedildiği gazete ekleri, röportajlar ve imza günlerine odaklanıyorum sadece. İlk imza günüm gelecek pazar, şehrin her yıl tekrarlanan kitap fuarında. İki saat ayırmışlar, o saatler arasında bana ayrılmış masada gelen okurlarımın kitaplarını imzalayacağım.  

 

Büyük gün gelmişti, o gün sabah yemekten içmekten kesilmiş, bana ayrılan masa da ismimin yazdığı bir tabela arkasında, bana ayrılan iki saatin ilk dakikalarını tüketmeye başladık. Hayalimdeki uzun okuyucu kuyrukları oluşmuyordu. Kuyruk ne kelime tek kişi gelse sarılıp öpeceğim. Heyecanımı, sinirim ve hayal kırıklığım yerle bir ediyor. Yok yok haklarını yemeyeyim, işte biri bu tarafa yöneldi. Kibarca “Bilmem ne yayınevinin imza masasını öğrenebilir miyim?” dedi. Bizde tarif ettik ve gitti.

 

Ama şansım açılıyordu işte, hemen ardından biri “Sayın yazarım çok enteresan geldi de söylemeden geçmeyeyim dedim, belki bir yerde yazı konusu yaparsınız, tişörtünüzle masa örtüsü renginin uyumuna bayıldım. Onu paylaşmak istedim.“ dedi ve gülümseyerek geçti.

 

Bir başka genç ise kitap kapağının efsane olduğunu, kapak tasarımcısını tebrik ettiğini söyleyerek başka bir şey demeden usulca uzaklaştı masadan.

 

Akşama kadar hayal kırıklıklarım kadar yoğun bir imza günü yaşamadan, yani özetle üç beş kitap satışıyla geçen günden gelecek günlerin zorluğu için ip yumağı gibi elimde büyüyen sıkıntılar, yürünecek yolların dikenlerini cömertçe sergiliyordu.

 

Boyumun ölçüsünü almış olarak, sırat köprüsünden hasarsız geçmenin yollarını irdelemek için daha pek çok edebiyat kuramı ve medya başlıklı kitaplar devirmeliyim kararını veriyorum ve sizleri bir sonraki imza günümün heyecanlı dakikalarına bekliyorum.

 

 

 

Cloud.jpg

Beden  Yazısı

Sezai SARIOĞLU

 -40.jpg

        Koskoca Müdür

     Gonca BORÇA

Cloud.jpg

    Ayrılık

Emine AYDOĞDU

memories.jpg

 Sararmış Bir Fotoğraf ve Altı Çizili Kelimeler

Fatma ALTUN

bottom of page