top of page

           Sus Pus Gölgeler

Erinç BÜYÜKAŞIK

 -66.jpg

Zaman durmuş gibi, adımlarım her şeyden kopuk, her şeyden uzakta, ama bir o kadar da içlerinde... Bir yere mi gidiyorum, yoksa burada mı kalıyorum? Yıllardır kimseyle konuşmadım. Konuşmak istemiyorum. Annem, sesini duyuyorum bazen, ama yüzünü görmek istemiyorum. Kadınların gözleri...

 

Onlar hep sustu. Belki ben de susmalıydım.

 

“Çocukluk bir yaradır,” derdi annem. Ölen kız kardeşimden her bahsedişimde, yaraları kaşımamamı tembih ederdi. Bir serçe tedirginliği, güvercin ürkekliği benimkisi. Oldum olası ürkek bir gövdeydim zaten. Köydeki her nefes suç kokuyor. Babamın o karanlık gecelerde döndüğü anı hatırlıyorum. Elinde taşıdığı torba, içinde neler olduğunu sormadım. Soramazdım. Ama biliyordum. Herkes biliyordu. Susmak, tüm suçların örtüsü burada. Herkes sustukça daha derine gömülüyorduk.

Kanlı canlı anılar benimkisi, cılız, silik bir hayalim şimdi. Ağlaya inleye odada geziniyor annem.

Ölümü amcam kucaklayıp çıkardı ahırdan. Cılız, ufacık bir kızım zaten. “Ahırı temizle kızım, yine belim ağrıyor bugün.” Annem ağlıyor odada, Ahmet titriyor korkudan; battaniyeye gömülüp ufaldıkça ufalıyor sanki. “O ite elimi sürmedim valla ana.” Annemin iç sesi geziniyor odada. Hayaletler iç sesleri de duyarmış meğer.Yıkılası hanedeki “evlad-ü eyal”. Benim de canımı alsaydın ya. O itin peşinden nasıl aval aval baktığını sanki bilmiyorum. Fersiz gözlerime bakıp amcam, Ahmet’e bu sefer “eşeğin a.na su kaçırdın,” diye öfkelendiğinde annem ağlıyor sofada.Bu gece ay kanlı yine. Ahmet’in, amcamın sözcükleri belli belirsiz titreşerek yankılandı. Annemin avuç içleri terli. Elleri titriyor yine.

 


“Ahırı temizle kızım, bok götürüyor her yanı.” Karıncalar, karafatmalar. Abin habire kaşınıyor evde. Oğlanın o havı dökülmüş kirli ceketi, oynaştığı itin seyrekleşmiş kirli postuna benziyor baksana.Kümeste iki horoz gürültülü bir kavgaya başlamış. Dişiler pusmuş kümesin bir köşesinde.
Abisinin deliliği bakiydi zaten. Hem de ezeli… Bir an garipsediğim, sonra her şeyiyle hatırladığım ve alıştığım bir koku içimi dolduruverdi. Ahırdaki koku, kendi ölümümün kokusuna karıştı.

 


Fincancı katırlarını ürkütmeyin, olayı jurnal eden çıkarsa sağ çıkmaz köyden, diye tembih etti amcam.
“Rüzgar gelecek, her deliği tıkadık neyse ki. Jandarma komutanıyla konuştum dün. Ahmet’i çıkartmayın evden. O uyuz hayvanı da yok edin gerekirse.”Yol, Ceylan’ın hayaletinin peşinden gelen sessizliğin yankılandığı bir iz gibiydi. Köyün eteklerinden denize doğru uzanan toprak yollar, zeytin ağaçlarının arasında kayboluyordu. Her adımda, köyün üzerine çökmüş olan suçun ağırlığı hissediliyordu. Ceylan’ın sesi rüzgarla karışıyordu; kimse onun hayaletini görmüyor, ama herkes onun varlığını duyuyordu. Bu köy, tıpkı dağın eteklerindeki o sessiz obalar gibi, bir sır saklıyordu. Ceylan’ın ölümü, toprağa işlemişti. Bu sır, köyün taş duvarlarının ardında fısıltılarla dolaşıyor, ama lâl oldu herkes.

 

Ah! Ne kadar sessizim şimdi, rüzgârın bile bana dokunmadığını hissediyorum. Muhtar amcam... Kaçakçılığı senden öğrendiler, sınırdan getirdiklerin... Neler taşıyordunuz o yüklerde? Babam seni takip ederdi. Annem sessizdi, gözlerini kaçırırdı, ama ben anlıyordum. Muhtar amca, seninle konuştuğumda hep gözlerim yerde olurdu. Şimdi gözlerim yok. Gözlerim her yerde.Kapının ardı her zamanki gibi sessiz, tıpkı köydekiler gibi. Kapının önünde duran Ceylan, elini yavaşça eski kilide uzattı. Parmakları titredi. Yıllardır dokunmadığı bir yük gibi ağırdı bu kilit. Köyün sıcağında, zaman durmuş gibiydi, ama kapının ardında geçmişin yankıları hâlâ duyuluyordu.
"Açmak istemiyorum," dedi içinden bir ses. Ama açtı.

 

Gıcırtıyla açılan kapının ardında karanlık bir boşluk vardı. Ceylan, bir an kararsız kaldı, geri dönmek istedi ama dönmek bu zamana kadar yaşadığı her şeyden kaçmak olurdu.
Cin çarpmış oğlanı. Çıkmaz oğlan bir türlü. Yine kurşun döktürmeli köylü kadınlarla. Ayşe abla apak, dolgun gerdanını gösteren çiçekli entarisiyle Ahmet’e yanaştığında oğlanın sert bakışlarına, kollarını tehditkâr bir şekilde sallamasına alışık kafasının üstünde kuşun döktürdüydü geçen sene de. İşe yarardı belki bu sefer.
Annemin iç sesini işitiyorum ağıtçı kadınlarla ağlaşırken. Benim kız öyle sakıza, çikolataya kanıp yabancıların arabasına binmez. Kim kıydıysa Allah belasını versin. Göz göze geldi Ahmet’le o an. Köyde hayaletler geziniyor. Benim gibi gencecik her biri.
İçeri adım attı. Tozlu hava ciğerlerine doldu, gözleri eski hatıraların üzerine düştü. Evin içi, tıpkı iç dünyası gibi darmadağındı.

Tahta raflarda eski eşyalar, yıpranmış kumaşlar, bozulmuş aynalar vardı. Her şey eskiydi, her şey terk edilmişti, tıpkı onun gibi.
Sandık köşede duruyordu. Ceylan, sandığa yaklaştı. Ellerini kenarlarına koydu, bir an tereddüt etti. Sandığı açmak, geçmişle yüzleşmekti. Gözleri kapalıydı, ama içinde çocukluğuna dair görüntüler belirdi: ahırdaki o an, abisinin yüzündeki öfke, annesinin sessizliği, köyün o soğuk karanlığı.
"Her şeyin başladığı yer burası," diye düşündü. Parmakları kilidi kırdı, kapağı yavaşça açtı.

 

Eski kumaşlar, solmuş resimler ve yıpranmış kitaplar. Ama en çok dikkatini çeken, kırmızı bir mendildi. Mendili eline aldı, kokladı. İçinde bir şeylerin koptuğunu hissetti, yıllardır gizlemeye çalıştığı acı yavaş yavaş yükseldi.
"Beni neden korumadı annem? Saçlarımı örüp okula gönderdiydi sabahında. Abin uyuyor. Gece içmiş amcanla. Kör kütük döndü yine. Gölgesi. Sessiz çık evden,” diyerek. "Neden sustular?"

 

Ceylan, abisini düşündü. Yıllar önce, onu ahırda yakaladığı anı hatırladı. O an her şey değişmişti. Abisinin öfkesi, onu köşeye sıkıştıran bakışları, sessizliğin içinde yankılanan korkunç bir tehdit gibi zihininde dönüp duruyordu. Annesi, o gün hiçbir şey yapmamıştı. O anı ne zaman hatırlasa, içini suçluluk duygusu kaplıyordu.
Sandığın içinden eski bir fotoğraf çıktı. Fotoğrafta abisi, annesi ve babası vardı. Birbirlerine yakın duruyorlardı, ama aslında o kadar uzaktılar ki. Ceylan, bu fotoğrafın yüzüne sert bir şekilde baktı. Gözleri doldu. Fotoğrafı elinden bıraktı, yere düştü. Kırılmadı ama tozlar üzerine yayıldı.Köyün atmosferi ağır ve kasvetliydi, sanki tüm köy bu sırların altında eziliyordu. Köydeki insanlar, Ceylan’ın ölümünden sonra daha da sessizleşmişti. Kimse bir şey söylememiş, kimse sesini yükseltmemişti. Herkes bir şeyleri görmezden gelmişti.
"Hepiniz suçlusunuz," dedi Ceylan, içindeki öfke yükselirken. Köyün tüm insanları, abisi, annesi, hepsi bu suça ortaktı. Ceylan, içindeki sesin yankılandığını hissetti; bu köyde yaşayan herkes, onu ölüme terk etmişti.


 

Yavaşça sandıktan uzaklaştı, dışarıya doğru yürüdü. Gözleri güneşin altında kısılmıştı. Köyün tozlu yollarına adım attı. Rüzgâr hafifçe esiyordu ama içinde fırtınalar kopuyordu. Köy, yine sessizdi. Sanki her şey aynıydı ama hiçbir şey de tam olarak eskisi gibi değildi.Yıllardır bu köyde dolanan bir hayalet gibiydi. Her şey yaşandığında küçücüktü, ama şimdi o küçük kız, köyün sessizliğinde bir yankı gibi dolaşıyordu. Ceylan’ın iç sesi, bu köyün her taşında, her evinde yankılanıyordu. Abisinin gölgesi hâlâ peşindeydi, annesinin sessizliği onu boğuyordu.

 


Bir an durdu, içindeki öfke ve suçluluk birbirine karıştı. "Beni susturdular, beni yok saydılar," dedi. Gözleri yaşlarla doldu, ama ağlamadı. Ağlamak, bu köyde yasaklanmış gibiydi. Sessizlik ve suskunluk, herkesin üzerine bir örtü gibi serilmişti.


Ceylan, köyün kenarına geldiğinde durdu. Arkasına baktı, köy bir hayalet gibi belirdi gözünde. Her şey yerli yerinde, sessiz ve karanlık. Tıpkı onun gibi, tıpkı burada yaşanan acılar gibi. Adımlarını hızlandırdı. Rüzgâr saçlarını savurdu, ama içinde büyüyen karanlık onu sarmıştı.
"Ben buradayım," dedi, sesi neredeyse fısıltı gibi çıktı. "Ben hâlâ buradayım."
Ceylan’ın sesi, köyün sessizliğinde yankılandı. O, şimdi köyün üzerine çöken karanlık bir gölge gibi dolaşıyordu. Bu köyün sessizliğinde kaybolmayacaktı. Çünkü Ceylan, bu sessizliğin ortasında en çok yankılanan sesti.

feshetmek
Cloud.jpg

Beden  Yazısı

Sezai SARIOĞLU

 -40.jpg

        Koskoca Müdür

Gonca BORÇA

Cloud.jpg

    Ayrılık

Emine AYDOĞDU

memories.jpg

Sararmış Bir Fotoğraf ve Altı Çizili Kelimeler

Fatma ALTUN

bottom of page