top of page

Öyküler ve Özgür Metinler

Sili

Colombia Farc ceasefire_ The man who photographed a little-pictured war - BBC News.jpg

Fatma  ALTUN

 

“Adın nedir senin?” diye soran doktora, “Sili” diye cevap verdi, kısılmış sesiyle. Değişik... Anlamı neydi acaba? Hastane odasında ikimizden başkası yoktu, var mıydı yoksa? O da susuyordu ben de. Varsa diğerleri de… Onun da refakatçisi yoktu, benim de. Kimsesiz miydi yoksa sessiz miydi kimseleri benimkiler gibi, belli değildi. Sadece sorulduğunda cevap veriyordu, onu da tek kelimeyle geçiştiriyordu. İmrendim. Keşke ben de öyle yapabilseydim. Bana ne olmuştu, neden bu kadar çok konuşmak istiyordum, anlam veremiyorum. Oysaki evdeyken hiç sevmezdim konuşmayı ve de benimle konuşulmasını. Hele soru sorandan hiç haz etmezdim.

Hatırlıyorum da birinin gözlerini üzerimde hisseder hissetmez susmasını sağlayacak bir yol arardım. Bulurdum da. Sözleri ulaşamazdı bana o gözlerin sahiplerinin. Uyuyor numarası yaptığım ne çok yolculuğum olmuştu mesela. Hatta bir keresinde “Dilinizi anlamıyorum” diyerek yabancı numarası bile yapmıştım. Aslında yabancıydım. Onlardan değildik. Hiçbir yerden değildik biz. Ait olamadık hiçbir yere, oldurmadılar. Ama anlıyordum konuşulanları. Sadece konuşmak istemiyordum onlarla. Mecburen paylaşılan koltuklar, odalar, birlikte yürünen sokaklar yüzünden konuşmak zorunda kalmak en sevmediğim şeydi. Biz o yolu, hep yalnız yürürken üstelik… Kendimle kalamaz mıydım? Kimseyi kırmadan bunu sağlamak için türlü oyunlar yapmak zorunda mıydım? Şimdi tuhaf olan şey, konuşmaya can atıyor oluşum. Ve bu sefer nedense kimse benimle konuşmuyor.

 

Bana yapılmasını istemediğim bir şeyi yapmamak için ben de kendimi zorluyorum resmen. Diğer yataktaki hastayı ölesiye merak ediyorum. Ama soramıyorum… Kimdi, neden burada? Ben neden buradayım? Burası neresi?

 

Yüzümde sargılar var, belli. Gözümü sağa sola devirdiğimde görebiliyorum az çok. Bir de hortumları görüyorum. Daha çok hissediyorum, gırtlağımdalar. Bir sürü makine var etrafımda, seslerinden anlıyorum. Ve burası çok soğuk. Burun deliklerim üşüyor. Ellerim? Ayaklarım da çok üşürdü benim, neden hissetmiyorum soğuğu ayaklarımda? Biraz kafamı kaldırabilsem keşke. Kim var kim yok, etrafa şöyle bir bakabilsem… İkimiz miyiz sadece, başkaları da var mı acaba? Doktor bana da bakmaya gelecek mi? Neden gelmesin… Benim de adımı sorar mı? Neydi benim adım? Sili… Ne güzel isim. Anlamı nedir acaba? 

 

“İsminiz ne güzelmiş, hiç duymamıştım daha önce. Ne anlama geliyor?” diye soran doktora sönük bir sesle cevap verdi genç kız. “Arı… Temiz… İffetli ve namuslu demek. Ninem koymuş adımı. Onun da ninesinin adıymış. Kafkaslardan buraya göçerken yolda hastalanıp ölmüş. Ninemin babası, “Kızın olduğunda anamın adını koyasın!” demiş nineme. Çocukluğundan beri bilirmiş, duyarmış bu ismi. “Kız doğuramadım, hepsi erkek doğdu. Kız çocukları seçmedi beni. Seçselerdi, çok severlerdi beni. Ben de onları çok severdim…” derdi ninem. Balkın idi ninemin adı. Parıldayan, parlak anlamındaymış. Ay gibi parlardı yüzü. Gözleri de ışıl ışıldı. Ona benzediğimi söylerler ama o beni ninesine benzetirdi. Sili’ye… Sili benim adım, benim adımı ninem koymuş.”

 

Konuşmakta zorlanıyordu. Kısa cümleler kuruyordu fakat nedense anlatmayı sürdürüyordu. Konuşmak istemiyor gibiydi sesi. Buna rağmen sözlerini kısa kesmiyor, ninesine kadar vardırıyordu hikayesini. Benim gibi heyecanlı değildi konuşmak için. Yine de bir şekilde uzamıştı doktorla aralarındaki anlamsız konuşma. Bitirseler de sıra bana gelse artık…

 

Tavandaki floresan ampullerinin titremesi sinir bozucuydu. Göremediği fakat bip seslerinden anladığı kadarıyla etrafında oldukça fazla sayıdaki makinenin varlığı, çok daha sinir bozucuydu. Konuşursa o sesleri belki de bir nebze olsun bastırabilecekti sesiyle. Biri gelse de ona “Nasılsınız?” diye sorsa artık istiyordu. Çok sıkılmıştı. “Delirmiş olmalıyım” dedi. Ona da “Adınız nedir?” diye sorulmasını isteyebileceğini kırk yıl düşünse aklına getiremezdi. Kırk yıl yaşasa kırk yılını da düşünerek geçirmek isterdi de bunu mu düşünecekti? Ama istiyordu… “Sena benim adım” diyecekti sorduklarında. “Annem koydu adımı. Övme, methetme anlamındaymış. Anneannemin adıymış. Çok duymadım başkasında, pek kullanan yok galiba. Çok severim bu yüzden adımı.” diyecekti. Daha bir sürü şey söyleyecekti. Ama o sırada ışıklar söndü. Karardı her yer. Ve kapının çarpma sesi eşlik etti karanlığa. “Ne şimdi bu, ben ne olacağım? Neden kimse benimle ilgilenmiyor? Burada olduğumdan haberleri yokmuş gibi davranmaları neden? Susadım! Ağzım kurudu. Bari şu hortumları çekeydiniz gırtlağımdan. Hey, sesimi duyan yok mu?” Sanki kimse yoktu orada ondan başka. Sadece bip sesleri ve sessizlik. Peki diğer yataktaki kız, Sili? Az önce hır hır konuşmuyor muydu doktorla? O da mı gitti onlarla? Neden sustu şimdi?

 

“Günlerdir komada. Patlamada yaralanmış. On gün geçti ne arayanı oldu ne soranı. Üzerinden kimlik de çıkmadı diyor polis. Yine de her gün kata uğrayıp soruyorlar, gelip soran oldu mu diye. Her yerinde yanıklar var. Kırılmadık kemiği kalmamış. Yanıklar iyileşirmiş de izi kalırmış dedi doktor. Uyanırsa yürüyüp yürüyemeyeceği belli olacakmış. Çok da genç zavallıcık. Ailesi de orada mıydı acaba? Onun için mi kimsecikler sormuyor bu kızı…” 

 

“Hemşireler acaba kimin hakkında konuşuyor? Sili’den mi bahsediyorlar yoksa başka biri daha mı var burada? Sanırım komadaymış, yazık… Umarım en kısa zamanda uyanır. Ve umarım sesini duyurur. Bak ben uyanığım ama beni duyan yok. Hey! Beni duyan yok mu, kimse neden benimle konuşmuyor? Neden bir şey soran yok bana?” Yeter artık, çok sıkıldım! Gidip kendim soracağım doktora nasılım, neyim var diye. Sonra da hepsinden hesap soracağım. Beni nasıl görmezden gelirsiniz diyeceğim. Bugün on dördüme girdim ben. Annem, babam ve kardeşimle birlikte pasta yemek için şehre geldik. Bu ülkeye geldiğimizde görmüştüm ilk bu şehri, bir de bugün gördüm. Çok kalabalıktı… Biraz para biriktirelim yine geliriz kızım dedi babam. Bu büyük şehrin küçük bir köyünde yaşıyoruz ailemle. Bir süredir buradayız. Evimizi yurdumuzu terk edeli çok olmadı. Ama çok özlüyorum oraları. Şimdi buradayız, burayı da seversin diyor babam. Birlikte olduktan sonra her yer yuvamızmış. Buradayız artık. Evimiz, yurdumuz bura… Annem ev işlerine yardım ediyor, babam bahçede çalışıyor. Bir de şoförlük ediyor evin hanımına. Kardeşimle ben de bize ne iş buyururlarsa onu yapıyoruz. Okula da yazdıracaklarmış bizi yakında. Birlikte gider gelirsiniz dedi annem. Bombalar patlamıyor bu ülkede, rahat rahat yürürsünüz yollarda dedi. Okulum yarım kalmıştı, devam edebileceğim için sevinçliyim. Okuyup doktor olacağım. Duydunuz mu beni? O zaman beni kimse görmezden gelemeyecek. Ben insanları asla görmezden gelmeyeceğim. Kardeşim de pilot olacak. Sadece yolcu uçağı uçuracak… Savaştan nefret ediyoruz biz. Silah sesleri, bombalar, çığlıklar çok fena şey… Artık o sesleri duymak istemiyoruz. Bu sesleri de duymak istemiyorum ben, sürekli bip bip bip… Işıkları da söndürdüler her yer karardı. Üstelik çok susadım. Zaten beni duyan da yok. Kendi işini kendin yap derdi annem. Kalkayım da suyumu kendim alayım. Kim var orada? Anne! Sen mi geldin, nerelerdeydin? Bu üstünün başının hali nedir?”

 

“İyi akşamlar sayın seyirciler. İki hafta önce, tren garında meydana gelen patlamada ağır yaralananlardan birinin daha bugün hayata gözlerini yumduğunu üzülerek öğrenmiş bulunuyoruz. Hain saldırıdaki can kaybımız maalesef ki kimliği belirlenemeyen bu genç kızın ölümüyle otuz dörde yükselmiş bulunuyor. Sivil halka yönelik böylesi bir hain saldırının bir daha tekrarlanmamasını diliyor ve terörü lanetliyoruz. Şimdi gündemdeki diğer konularla haber bültenimize devam ediyoruz.”

feshetmek
 -4.jpg

Miskinler ve Kıyamet

Havva AĞRAL

 -43.jpg

Severek, Kullanılan Beğenilmeyen Dolap

Nurtuluğ R. TUKSAVUL

Cloud.jpg

    Ayrılık

Emine AYDOĞDU

 -34.jpg

Söz Veriyorum

Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

bottom of page