top of page

                         Mırıldanmalar 

Meral KUTLUĞ

 -115.jpg
Soğuktan ürperince sımsıkı kapattığı gözlerini açtı. Bir süre hiçbir şey göremedi. Koyu bir sis sarmıştı çevresini. Bir direğe sarılmış kollarını gevşetti. Biraz rahatladı. İki elini birbiri ile buluşturup biraz oğuşturdu. Sonra gözlerine dokundu, gözyaşı siler gibi bir hareket yaptı. Gözyaşı var mıydı, fark etmedi. Şimdi daha iyi görüyordu.

Yirmili yaşlarının sonunda, bir sıkıntıdan kaçıp başka bir sıkıntıya koşarken, elini sımsıkı tuttuğu minicik kızına hissettirmeden, birden ortalığın böyle buğulandığını ve çevreyi paramparça olmuş bir aynadan görür gibi algıladığını hatırladı. Ne korkunç bir akşamdı. Öncesinde ve sonrasında daha pek çok böyle anısı vardı. Ama onun korkmaya veya telaşlanmaya hakkı yoktu. Yoksa aynı sıkıntıları kızı da yaşardı. O annesinin her zaman bir çözüm bulacağına inanıyordu. Bu inanç kaybolmamalıydı. Uzun yıllar kaybolmadı da fakat sonradan bu ortak üzüntüleri hatırlamamak için annesini terk etmeyi seçti. Belki de çok iyi etti. Çünkü “anne” hiç unutamadı.

Yanında durduğu direğin aslında kurumuş, ölüme terk edilmiş bir ağaç olduğunu fark etti. Yoksa Zeze’nin portakal ağacı mıydı bu? * Sakın kurumasın.

Akşamın en gizemli dakikaları olduğunu bir süre sonra anlayabildi. Güneş henüz batmamıştı fakat o güzelim kızıllık  gökyüzünü yavaşça süslemeye başlamıştı..

Ayaklarında sıradan rahat bir ayakkabı ve üzerinde pamuklu, bol bir elbise vardı. Etrafta çanta ya da elinden bırakmış olduğu hiçbir şey görünmüyordu. Denize çok yakın olduğunu başlayan serinlik ile gelen o güzelim kokudan anladı. Ellerini ceplerine soktu birinde bir kâğıt mendil diğerinde bir yirmi ve bir on lira vardı. Oldukça uzak bir mesafeden belli belirsiz trafik gürültüsü geliyordu. Elleriyle saçlarını düzeltti ve seslere doğru yürümeye karar verdi. Henüz ölmemişti ve görebiliyor, duyabiliyor durumdaydı. Trafik gürültüsü birden hafifledi, kızartma ve anason kokuları birbirine karışmaya başladı. Hafif bir ud dokunuşu eşliğinde yumuşacık, buğulu bir erkek sesi; “..nereden sevdim o zalim kadını bana zehretti hayatın tadını..” diyordu. Bütün bu olanlar bir rüya mıydı yoksa gerçek mi? Kafası iyice karıştı.

Hava iyice kararmadan buradan uzaklaşmalıydı..O oldum olası karanlıkta, sokakta ve yalnız olmaktan korkardı.

Ama neredeydi ve nereye gidecekti? Onu henüz bilmiyordu.

Bu yemek kokularının geldiği yerde, en azından nerede olduğunu öğrenir ve belki de bir yerlere telefon etme fırsatı bulurdu. “Kime” telefon edeceği ile ilgili en küçük bir fikri yoktu. Yine de oraya doğru adımlarını sıklaştırdı. Galiba biraz da aç olmalıydı, kokular inanılmaz ve baştan çıkarıcı geliyordu.

İçeri girdi çekinerek.

“İyi akşamlar lavabonuzu kullanabilir miyim?”

“Hoş geldiniz.”

Boynunda yıkanmaktan rengi atmış bir bez sarkan, mutfak önlüğü eskimiş, yaşlı adam az kalsın, “Sevgi  Hanım” diyecekti, hemen sustu. “Buyurun, içeride sağdaki kapı.”

Kadın usulca içeri yürürken;

“ On lirayı tuvalet için kullanır belki yirmi lira ile telefon ederim” diye düşünüyordu. Ama henüz kimi arayacağını da bilmiyordu.

İçeri girmesini bekleyen adam, hemen boşları toplarken kadını görüp, şaşkınlıktan donup kalan oğlana döndü.

“Çabuk Kemal Beye haber ver, Sevgi Hanım burada.” Dedi.

Ud çalan adama eliyle devam işareti verdi.

                                                       *   *   *

Kadın, geri geldiğinde ellerini yüzünü yıkamış ve biraz sakinlemiş görünüyordu. Tenhalaşmış ve sessizleşmiş lokantada kendisi için hazırlanmış bir masa gördü. Saygı ile eğilen sevimli patron:

“Sizi yemeklerimizi denemeden göndermek istemeyiz, lütfen buyurun”  dediğinde masada oturan bembeyaz saçlı, kendisine çok yakışmış minicik bir sakalı olan adamı gördü. Hiç yabancı gelmedi ama çıkaramadı. O yaklaşınca adamın da ayağa kalkması üzerine “ayıp olmasın” diye düşünüp yavaşça oturdu.

Gecenin geri kalanı huzurlu bir hafta sonu yemeği gibiydi.

Ne öncesi konuşuldu, ne sonrası belliydi. Yalnız bu an vardı. Adam mutluydu, kadın ise artık korkmuyordu nedenini bilmeden…

Güneş şimdi tamamen ve sakince sulara gömülürken tüm ressamları kıskandıracak renklerle donatıyordu gökyüzünü. Udi ise ; ..şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu..diyordu adeta fısıldayarak.

 

 

* Vasconcelos’un Şeker Portakalı adlı kitabı

Beyaz Wood Yıkanmış
 -4.jpg

Miskinler ve Kıyamet

Havva AĞRAL

 -43.jpg

Severek, Kullanılan Beğenilmeyen Dolap

Nurtuluğ R. TUKSAVUL

Cloud.jpg

    Ayrılık

Emine AYDOĞDU

memories.jpg

Sararmış Bir Fotoğraf ve Altı Çizili Kelimeler

Fatma ALTUN

bottom of page