top of page

Sanat Yazıları

MEKÂN, BEDEN VE SANAT

Havva AĞRAL

_ (7).jpeg
 -88.jpg

​​​

Yaşamın devamında makinenin varlığını hissetmek, en çarpıcı şekilde Guguk Kuşu filmindeki büyük şef karakterinde görülür. Sürekli bir makine sesi duyan bu karakter, sağır taklidi yaparak çevresinden izole olur. Bu durum, insan ve makinenin çağımızda nasıl bir etkileşime girdiğini gözler önüne serer. Modern makineler, çağın ruhsuz ve insanı ezen temposunu yaratırken, insan kendi yarattığı yapay dünyada anlamsızlığa savrulur.

Beden ve mekân arasındaki bağ kopmuştur. Modern düzende insan, kendi beden makinesine bile yer bulamaz. Oysa akış, bedenler için en temel varoluş biçimidir. Ancak göçebe ve kaşif insanlar modern çağda neredeyse tükenmiştir. Keskin yol çizgileri, kapatılmış mekânlar, daraltılmış zaman dilimleri; insanı kendi doğasının ötesinde bir çağı yaratmaya zorlamaktadır.

Batı felsefesinin bedeni bir mekân olarak görmesi, insan normunun dışındaki yeni düzene işaret eder. Bu düzende apartman daireleri, sınırlı toplanma alanları ve belirlenmiş zaman dilimleri vardır. Fabrikada bir makine gibi çalışan insan, masa başında saatlerce oturtulan bir donanıma dönüşmüştür. Modern çağda insan, sürekli uyarılarla tetikte yaşamak zorunda bırakılmış; unutkanlık, demans, depresyon, kaygı bozuklukları ve sindirim problemleri gibi semptomlarla karşı karşıya kalmıştır. İnsan makinesinin hızlı tüketildiği bu çağta, duygular, mahremiyet ve varoluşun anlamı dahi istilaya uğramıştır.

Merleau-Ponty, insanın fenomenolojik bir beden-mekânı olduğunu savunarak, bedenin hem fiziksel hem de duygusal varlığıyla mekâna anlam kattığını ifade eder. Michel Foucault ise hapishane, okul ve hastanelerin bedeni kontrol altında tutma aracı olduğuna dikkat çeker. Ona göre insan, mekânlara daha fazla hapsedilmiş, toplumsal akış uzun zamandır yitirilmiştir. Lefebvre ise mekânın salt fiziksel olmadığını, toplumsal pratiklerle inşa edildiğini söyler.

Guattari ve Deleuze, toplumsal hiyerarşinin olmadığı, bağlantısal ve yatay ilişkilerden söz eder. Rizomatik bir yapıya sahip olan beden, sürekli bağlantılar kurarak etkileşim halindedir. Modern biyoteknoloji ve dijital dönüşümler, bedenin sınırlarını yeniden çizer ve bu dönüşüm rizomatik bir yapının parçası olur. Beden, salt fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda toplumsal ve biyolojik bağların kesiti olarak görülmelidir.

Spinoza'nın "gamlı bedenler" olarak tanımladığı travmalı ve ifşalı halleri, sistemin arzuladığı şeydir. Formları ve normları dayatan düzen, bedenleri sadece kendi istediği alanlarda akışa sürükler. Dinin ritüelleri ya da toplumsal kabul gören akışlar içinde hareket serbesttir, ancak bireysel ve toplumsal iradenin bir tezahürü olan eylemler sistem tarafından hoş görülmez.

Bedenin tarih boyunca nasıl algılandığına bakıldığında, grotesk sanat anlayışının bedene yönelik vurgusu dikkat çeker. Antik dönemlerde bedenin düşünce sistemi içindeki yeri değişmiştir. Dionysos, babasının baldırından doğmuş, şarap ve tiyatronun tanrısı olmuştur. Delilik, akıl düzeni içinde bedenle bağdaştırılamamış; bu nedenle ona bambaşka bir alan yaratılmıştır.

Sistem, sosyal Darvinciliğe varan normlarıyla farklı olanı benzeştirme, denetim altına alma ve faydacı hale getirme uğraşındadır. Antik Yunan'dan bu yana korunan bedensel formlar, modern düzende dahi devam etmektedir. Kadın bedeni şehirde erkin dayattığı oranda küçültülmekte, erkeklerse fiziksel baskın rollere sıkıştırılmaktadır. Nazi kamplarında kadınların erkeksileştiği, erkeklerin ise gitgide zayıfladığı anlatılır.

Beden, yalnızca bizi taşıyan bir kılıf değil; hikayemizin bir parçası, akışta ve oluşta tutan yapımızdır. Bedenlerden azade bir hikayemiz olamaz.

bottom of page