top of page

Tanpınar’ın Gözüyle Şaire Dair

Bünyamin DURALİ

IMG_0548.jpeg
IMG_0549.jpeg
 -86.jpg

Ahmet Hamdi Tanpınar, bir yazısında Cahit Sıtkı Tarancı’dan şöyle bahseder:

 

“Cahit, hiçbir günahın kirletemeyeceği yaradılışta bir insandı; onun için düşmüş bir melek gibi yerini yadırgayarak yaşadı.” (Tanpınar, 1992: 444)

 

Yeterince deneyimli, etkileyici bir eleştirmen, bir şairin, bir yazarın yapıtını yorumlarken/ değerlendirirken, esas olanın yapıt olduğunu, yapıt dışına kesinkes taşmaması gerektiğini aklından çıkarmaz. Diyelim, yapıtın yaratıcısının kişisel ilişkilerini, toplumdaki konumunu işin içine katmaz. Katması durumunda, o yorum/ değerlendirme şahsîleştirilmiş (ad hominem) olur. Bu da nesnellikten çıkmak, öznelliği abartmak anlamına gelir ki, sanat yapıtlarının analizi söz konusu olduğunda olmayacak bir şeydir. Adam kumarbazdır ama iyi romancıdır diyelim. Kumarbaz olduğu için romanının değerini yadsıyacak mıyız? Hırsızdır ama iyi öykücüdür ya da iyi şairdir. Hırsızdır diye iyi öyküsünü, iyi şiirini kötüleyecek miyiz? Bu tür örneklerden bolca var, yerli edebiyatımızda da yabancı edebiyatlarda da. Azıcık düşününce nicelerini anımsarız. Eleştirmen kişi, bağlandığı ahlâk öğretilerinin önermelerini, yapıtını yorumladığı şaire/ yazara dayatmaya yeltenmemelidir. Yanı sıra, mânevîyat tebliğciliğine de soyunmamalıdır. İşine bakacaktır sonuçta. İşi ise: önüne koyduğu yapıtı, sanatsal/ yazınsal ölçülerine göre, en güzel, en nesnel biçimde irdelemektir. Buradan, yapıt sâhibinin (burada şairin/ yazarın) ahlâksız olmasını salık vermiyoruz elbette. Etik değerlere her zaman bağlı olmasını isteriz, ama bağlı değilse de bu “kötücüllüğü”nü yapıtını yorumlamakta kullanmak aymazlığına düşmemeliyiz. Kullandığımızda şiirin yazının dışına çıkmış, şiiri yazıyı katletmiş oluruz. Ayrıntıya kaçmak olmayacaksa, şunu da söylemeli: Okurların da bu yazıdaki eleştirmen tipolojisine uygun davranmasını beklemeliyiz.

 

Şairin/ yazarın ahlâksız olmasını salık vermiyoruz, demiştim. Salık vermiyoruz da ne demek, ahlâklı olmasını istemek en doğal hakkımız. Ne ki, şairler yazarlar da toplumlarının insanı. Toplumlarının olumlu olumsuz ilişkileri onları da biçimlendiriyor. Melek değiller ki, insan hepsi de: Herkes gibi onlar da kusurlu varlıklar. Biz gene de, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tanımladığı Cahit Sıtkı karakterine benzer ya da yakın şair ve yazar karakterlerini özleyelim. Ütopyası bile güzel, çekici çünkü.

Değinmeler

Cem Erciyes; bugün Artı Gerçek’teki yazısında, artık eskisi gibi kitap okunmadığından yakınıyor. Yazısının en ilginç bölümü şurada:

 

“‘Kitap hâlâ okunuyor mu?’ diye biraz da istihzayla soruyor yeni tanıştığım iş insanı. Benim yayıncılık yaptığımı duyunca şaşırmış gibi… Adeta böyle bir iş kolu olmasını yadırgıyor. Çalıştığım yayınevinde işlerin yolunda gitmesinin verdiği güvenle anlatıyor, birtakım olumlu rakamlar veriyorum… Bu sefer gerçekten şaşırıyor. Sormuyorum, ama eminim ki kendisi uzun zamandır hiç kitap okumuyor; şaşkınlığının esas sebebi bu. Kendisinin ilgi göstermediği iyi bir şeyin, başka bir müşterisi olabileceğine ihtimal vermiyor…

Son dönemde bu diyaloğu farklı meslek gruplarından insanlarla yaşayıp duruyorum. Doktor, finans uzmanı, mimar, hatta akademisyen… Artık eskisi gibi okumuyorlar. Sadece izliyorlar.”

 

Ben fakir, bunlara hiç kitap okumayan ne şairler ne yazarlar tanıdığımı da ekleyeyim. Okumadıklarını bırakın, okuyanları küçümsediklerini de söylesem, küçük dilinizle beraber büyük dilinizi de yutmaz mısınız?

 

Cem Erciyes; okumayanlar arasında iş insanlarını, finans uzmanlarını, doktorları, mimarları, akademisyenleri sayıyor, gördüğünüz gibi. İş insanları, finans uzmanları neyse de (onlar “para-dünya”nın insanları çünkü; dünya onlara göre deste deste paradan başka bir şey değil), bir doktor, bir mimar, hele hele bir akademisyen nasıl okumaz? Okumadığında içi içini nasıl yemez? Varoluşunun anlamsız bir nesneye dönüştüğünü nasıl düşünmez? Yâni metalaştığını, daha ileri gideceğim: çöp olduğunu? Ya şair, yazar? Okumak eyleminden uzak durmanın kendisini önünde sonunda, felsefeden bir kavramla söyleyeyim, “boş levha”ya (“tabula rasa”ya) dönüştüreceğini nasıl bilmez? Karacâhilken şiir yazmanın, yazı yazmanın nasıl uçsuz-bucaksız bir ikiyüzlülük olduğunu?

 

Çift tırnak içinde kullanacağım tamlama oksimoron gibi dursa da söyleyeceğim: İnsan “postmodern Orta çağ”da yaşıyor artık, yeniden ilkelleşiyor.

bottom of page