top of page

                           Poetik Okumalar

Bünyamin DURALİ

 -83.jpg
Yahya Kemal Beyatlı'nın bir şiiri daha gün yüzüne çıktı.jpg
Yahya Kemal’in Madrit Büyükelçisi olduğu yıllarda nüfusumuz 14- 15 milyon kadarmış. Bir vesile ile kendisine ülkemizin nüfusu sorulduğunda: ”Türkiye’nin nüfusu 50 milyondur…” diye cevap vermiş. Orada bulunlar bu cevaba şaşırmışlar tabii ve hayretlerini gizleyemeyerek: ”Bu nasıl olur” demişler. Bunun üzerine Yahya Kemal şöyle demiş: ”Bunda şaşılacak ne var ki? Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”

 

Yahya Kemal’in yanıtı ilk bakışta basitmiş gibi görünse de, hiç de öyle değil. Bu yanıtın arkapânında, altyapısında derinlikli, geniş ufuklu bir görüş var.  Tarihsel, sosyal, kültürel, psikolojik, edebî (özellikle şiirsel) boyutları olan bir görüş. Benim ilgi alanım şiir olduğundan, Yahya Kemal’in dediklerinin şiir felsefesiyle (poetikayla) ortak paydası üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.

 

Bilindiği gibi, Dîvan Şiiri’nden yararlanmayı gericilik, Halk Şiiri’nden yararlanmayı tutuculuk sayanlar var. Bunlar bir yana, 1950’lerin, 1960’ların şiir ortamlarıyla bağlar kurmaya karşı çıkanlar bile oluyor. Hâlbuki hiçbir şiir anlayışı kendi kendine yetişen (hüdayinabit) bir bitki gibi değildir. Gelenek dediğimiz bir olgu var. Kim ne derse desin, şair, Gelenek’ten bugüne gelen ve oradan ileriye sıçrayan kişidir. Gelenek birikimdir, olumlu yanlarını alır, olumsuz yanlarını itersiniz; ama ona toptancılıkla karşı çıkarak bir yere varamazsınız. Bu bağlamda, 2000’lerin şiiri salt kendinden ibâret değildir. Onun art alanında Fuzûli’nin de, Şeyh Galib’in de, Karacaoğlan’ın da, Pir Sultan’ın da, Gülten Akın'ın da, Sezai Karakoç'un da, Özkan Mert’in de ayak izleri var. Birkaç yüzyıllık bir hazine. En azından iyi, seçkin şairler anlamında söylüyorum bunu.

 

Evet, çağdaş şairlerimiz ölü şairlerle birlikte yaşıyor, öyle yaşamalıdır.

 

2

 

Ahmet İnam’ın denemelerini çok severim. Deneme yazarken, felsefeyi göklerden yerlere indiriyor. Lezzetli bir anlatımı var. Edebiyat üstüne yazarken de öyle. Şiir de yazıyor ama onlar bir şeye benzemiyor. Şiirden çok, gelişigüzel birtakım sözcüklerin alt alta getirilmiş biçimleri. Hacimsiz, sığ söylemler… Denemelerini severim, dedim ya; bir yazısında “mutsuzluk ahlâksızlıktır” demişti de çok içerlemiştim. Ötesi-berisi düşünülmeden, sallapati söylenmiş bir yargı gibi göründü bana.

 

Mutsuzluk niçin ahlâksızlık olsundu ki? Dünyanın bugünkü görünümüne baka baka mutlu olduğunu söyleyenler ahlâksız bana göre.

 

İlhan Berk, “Mutluluk sözünde ben her zaman insana gitmeyen, ucuz, nerdeyse aşağılayıcı bir yön bulurum. Şairin önündeki kâğıt, yara bere içindedir.” diyor. Metin Altıok, daha da ileri gidiyor mutsuzlukta. Şöyle diyor: “Beni yönlendiren acı oldu, benim hayatımda hep bir acı vardı; hep acıdan yola çıktım. Çok fukara bir çocukluğum oldu benim… Sevgisiz üstelik… Bu yüzden kendimi hep garip bir leke gibi gördüm bu dünyada; ama tertemiz zamanlardan kalma bir leke…”

 

lhan Berk de, Metin Altıok da şair, biliyorsunuz.  Şiirimize damgalarını vurmuş, iyi şairler hem de. İkisi de mutsuz. Böyle oldukları için onlara ahlâksız diyebilir miyiz şimdi?

 

Daha çok örnek var da, buncağızıyla yetineyim.

 

Demek oluyor ki: mutsuzlukla ahlâksızlığı eşitlemek, çok keskin, mutlakçı ve seçeneksiz bir önerme.

 

Mutsuzlara ahlâksız demeyi bırakın, en ahlâklı insanlar demeyi daha uygun buluyorum ben.

 

Bir çift sözüm daha var mutlulara: Gezegenimizde kan gövdeyi götürüyor, açlık ve derin yoksulluk dayanılmaz boyutlarda, ağacıyla kuşuyla böceğiyle bütün doğa talan edilmiş ve siz mutlusunuz, öyle mi? Sizin gibi mutluların ahlâksızlığı yüzünden değil mi bu zulümler, öldürümler?..

bottom of page