top of page

                          Kör  Balıkçı

Erinç BÜYÜKAŞIK

 -61.jpg

“Pencerelerin öyküleri yaşamın tüm sırlarını içinde saklar. İddiasız, mütevazı ama derin anlamlar taşıyan ve kurgusuz gelişen hayatlar, sayısız pencerede bir hayal gibi oynar biter. Kiminin, zaman zaman da olsa seyircisi vardır, ama çoğu bomboş bir salona açar perdelerini.” 

                                                                  Mine Söğüt, Beş Sevim Apartmanı

Kadınlar susturulurken, çocuklar ölürken, toplum sadece izler. Narin Güran’ın trajik ölümü, yalnızca masum bir çocuğun kaybı değil, tüm bir toplumun karanlık yüzünün ortaya dökülüşüdür. Kadınlar susturulurken tıpkı yok edilen doğa gibi, toplumun gözleri önünde tüketilip değersizleştirilirler. Kadın cinayetlerine karşı sergilenen bu sessizlik, bir toplumun kendi çürümesine göz yummasının en grotesk ve acımasız yansımasıdır. Narin’in cansız bedeniyle birlikte, toplumun da vicdanı çuvala sarılıp suyun dibine bırakılmıştır. Bu ölüm, kolektif suçluluğun en çıplak ve en rahatsız edici aynasıdır.

Bir gazete haberinin toplumsal bir cinnet ve bir nevi el birliğiyle işlenmiş cinayetin tüm ahlaki örüntülerini bugün sıradan bir adliye haberi olarak okuyoruz:

 

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos günü kaybolan Narin Güran'ın cenazesi, bu sabah köye yaklaşık 1.5 kilometre mesafede bulunan ve daha önce üç kere ayrıntılı arama yapılan Eğertutmaz Deresi'nin kenarında bulundu.

Narin Güran soruşturması kapsamında köyün muhtarı olan amca Salim Güran tutuklandı. Narin Güran'ın bulunmasından sonra aralarında annesi, babası, iki amcası ve bir ağabeyinin de bulunduğu 24 kişi gözaltına alındı. Narin’in amcasının mahkemedeki ifadesinin tam metni ise toplumun vicdanını sarsan sözlerle dolu: “Ben bunu açıklayamam; olay günü Narin'i görmedim.”

                                                                                                              Basından

 

Aslında bu haber metni bize toplu bir ayine dönüşen “ölüm” ritüeline dair Marquez’in Güney Amerika coğrafyasındaki “olağan” ve “tanıdık”  birçok benzeri ölüm ve cinayete dair yaşattığı dehşeti çağrıştırıyor nihayetinde. Yazarın “Kırmızı Pazartesi’sindeki kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceğini herkesin bilip bir biçimde kimsenin müdahale edememesi ve karşımıza çıkan kolletif suskunluk, kendi taşramız adına da oynanan kalabalık bir suskunluk ayinini hayli hayli anımsatıyor.   

Bu sefer de Narin Güran’ın ölümüyle toplum bir kez daha suça ortak olur, yalnızca seyirci kalmıştır. Ölüm pornografisi, ekranlarda izlenen trajedilerin ötesine geçemez, toplumu derinden sarsmaz hâle gelirken Narin’in öldürülüşü, yalnızca bir kız çocuğunun hayatının değil, aynı zamanda toplumun ahlaki çürümesinin de sembolüne dönüşüverir. Kadınların, çocukların gün be gün yok edilişi de sıradanlaşmış, grotesk bir oyun haline gelmiştir. Toplum, bu trajik ölümleri izlerken bu anlamda kolektif suça da sessizliğiyle ortak olur.

Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm'ündeki Dirmit, tıpkı Narin de köydeki ve birçok köydeki kız çocukları, kış kardeşleri gibi toplumun kıyısına itilmiş, susturulmuş bir figür. Dirmit, büyüyen bir toplumda kendine yer bulmaya çalışırken Narin’in çürümeye terk edilen bedeni, bu eril düzenin kadınlara yönelik tahakkümünün en acı göstergesi üstelik. Narin, yalnızca bir çocuk olarak değil, aynı zamanda yok edilen dişil bir dünyanın sembolü olarak görülmeli bu açıdan. Bu trajik örgünün bir benzer örneği olarak kurmaca dünyadaki başka bir yansıması sayabileceğimiz Mine Söğüt’ün Gergedan’ında da  yer alan karanlık atmosferde toplumun belleğinde kazılı kalan eski ve yeni yaralar, bir medyatik seyir olarak sunulmasına alıştığımız kadın cinayetlerinin benzer bir grotesk yansıma olarak yorumlanması da elzem üstelik. Yazarın bu kitabında Deli Kadın Hikâyeleri’nin izinden giderek üksek gerilimli diliyle güncelliğe ilişkin getirdiği dişil ve eleştirel bakış açısı kaçınılmaz olarak biz okurları sarsıyor. Yazar bir nevi kitapta bir ateş yakarken  sanki hakim ve ürkütücü karanlık dağılıyor zihnimizde bir nebze üstelik.

 

"Arada bir kedi eziyorsun. Sonra bir sincap. Sonra bir kirpi. Sonra köpek. Sonra ne olduğu anlaşılamayan şey. Sonra bir gelincik. Geç. Bir tilki. Geç. Bir kaplumbağa. Geç. Bir tavuk. Geç. Bir kertenkele. Geç geç. Bir yılan. Geçiniz. Bir kunduz. Geçiniz. Bir ceylan. Bir gelincik. Onu da geçiniz. Bir inek. Geç. Bir koyun. Geç. Bir devekuşu. Geç geç geç. Bir ejderha. Geç geç.

Bir Zümrüdüanka eziyorsun.

Geçiyorsun.

Bir gergedan eziyorsun.

Geçiyorsun.

 

Yeryüzünün gerçek tanrıları tekerlerinin altında, bağırsakları dışarıda. Herkesle beraber irili ufaklı kan lekeleri bıraka bıraka ardında işe gidip geliyorsun.”

 

Ekofeminist bir perspektiften bakıldığında da  Narin’in çürüyen bedeni, kadının ve doğanın nasıl aynı şekilde tahakküm altına alındığını gözler önüne seriyor. Bunu somutlamak gerekirse Latife Tekin’in tüm metinlerinden söz etmek de olası. Onun Buzdan Kılıçlar, Zamansız, Sevgili Arsız Ölüm ve Berce Kristin Çöp Masalları’nda temelde dişil bir dil arayışı, doğanın ve kadının eril iktidar tarafından nasıl sömürüldüğünü benzer trajedi kurgusuyla ördüğünü söylemek yerinde olacak. Hatta Latife Tekin’in eserleri çevre, doğa ve annelik temaları üzerinden dişil bir yazınsal ve politik inşa sunar. Doğa gibi kadın da tahakküm altına alınmış, tüketilmiş ve değersizleştirilmiştir. Narin’in bedeni, bu çürüyen düzenin en trajik simgesidir. Üç kardeşin (Hazmi, Mesut ve Hallihan ) ve yakın arkadaşları Gogi çevresinde “pılık pırtık adamların”, “batık şirketlerin”, “sınıf atlama hezeyanlarının”, varsıllık-yoksulluk çatışmasının penceresinde gecekondudaki insanlar dişil bir bakışın izinde aktarılır bu sefer de. 

Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Yürümek, Tante Rosa gibi yapıtlarında Tutkulu Perçem'den Hoşgeldin Ölüm'e  dek uzanan yazarlık çizgisinde görebildiğimiz tüm kişisel tedirginlikler giderek yerini siyasal ve toplumsal bir başlık dahilinde  kadın olmanın, sorgulayıcı bir gözle mercek altına alınışı belirginleşir. Soysal, o dönemde genelde katı bir anlayışla algılanan birey-toplum çatışmalarını, "canlı" insan ilişkileri örneğinde canlandırırken hiç kuşkusuz "Düzenin", sadece rejim düzleminde değil, gündelik hayat düzlemindeki tahripkarlığını ve "anlamsızlığını", ince bir alaycılıkla resmetmeyi başarır hatta. Yaşam öyküsüyle  paralel gelişen Sevgi Soysal'ın yazma sürecini de kalıcı kılan tam da Mine Söğüt, Latife Tekin’deki gibi kapatma ve susturma anlayışıyla şekillenen “kadın”ı eve hapsedip toplumun kenarına, zihin gettolarındaki eşitsiz ilişkilenmenin edilgen bir parçası olmaya iten bir süreçtir. Narin’in ölümünde de bu kısıtlama ve yok etme mekanizması açıkça görülür aslında. Anneler, çocuklar, amcalar, babaların bir öğrenilmiş çaresizlik dahilinde inşa ettiği, kolektif hafızayla her daim yeni kuşaklara aktardığı “kutsal aile miti” altında gizlediği çürümüş yapılar, kadınların ve çocukların korunamayıp kurban edildikleri kökleşmiş, çatallaşmış bir düzendir söz ettiğimiz.

Kırmızı Pazartesi’nde Nasar’ın faillerini herkesin bildiği suça toplumun tanıklığı ve elbette izleyici konumu bugün ekranlarda “Narin”in hikayesinin ele alınışı ve yansıtılılışıyla da benzerlik gösterir aslında. Santiago Nasar’ın grotesk ölümü gibi Narin’in öldürülüşü de grotesk bir karnaval atmosferi yaratıyor bugün. Toplumun ölümle, suçla ve cinayetle olan ilişkisi, bu olaylar karşısındaki sessizliği ile daha vahim bir hâl alırken Bahtin’in karnavalesk dünyasında olduğu gibi, ölüm ve yaşam iç içe geçerek toplumsal değer algılarımızın ikiyüzlülüğü daha fazla suratımıza çarpıyor elbette. Beş Sevim Apartmanı’nda olduğu gibi cinleri aleminde, masallarda gezinircesine odalarımızda  pencerelerimizden acayip öykülerin dinleyicisi gibiyiz ekrandaki “ölüm pornografisi”yle bir nevi tatmin olurken.

Ez cümle, dün olduğu gibi bugün de kadınlar, çocuklar susturulurken, kentlerin gettolarında, ülkelerin taşrasında “gelinlik” düşleri kurdurulan kız çocukları ölürken toplum olarak izleyici kalmamış Mine Söğüt, Latife Tekin gibi yazarların kadınlarının çığlıklarına sessiz kalışımızın bir sonucu sanki. Toplumsal çürümenin yine Söğüt’ten bir alıntıyla “Ahlak Belanızı Versin” göndermesi eşliğinde hem kadınların hem de çocukların sessizce ölüme terk edilişine tanığız. Aslında Narin gibi biz de bugün çuvala sarılıp suyun dibine bırakıldık ve çürümeye terk edildik belli ki.

Cloud.jpg

Beden  Yazısı

Sezai SARIOĞLU

 -40.jpg

        Koskoca Müdür

     Gonca BORÇA

Cloud.jpg

    Ayrılık

Emine AYDOĞDU

memories.jpg

Sararmış Bir Fotoğraf ve Altı Çizili Kelimeler

Fatma ALTUN

bottom of page