top of page

     İNSANIN MUTSUZLUĞU YA DA MUTLULUK ARAYIŞI

                Selman BÜYÜKAŞIK

 -67.jpg

         Daha yalnız olunurdu/ Olmasaydı yalnızlık                

                                                                                                                                                                                                 Emily Dickinson

 

Giriş: Daha önce Melankoli yapıtını okuduğum Psikiyatrist Eugenio Borgna’nın bu yapıtı hem daha hacimli hem de dil ve anlatım bakımından daha zor, yorucu geldi. Böyle olunca Çevirmen Meryem M. Çilingiroğlu zor bir işin üstesinden gelmiş gerçekten. Borgna’nın bunca uzun cümle merakı kimi yerde okuru hayli zorluyor. Buna çok akademik bir çalışma olduğunu da eklemeliyiz. Keşke bu uzun cümle merakı olmasaydı yazarın, birçok yerde zorlandığımı hatta anlayamadığım yerler olduğunu itiraf etmeliyim. Ayrıca, Psikiyatrist Borgna’nın mistik olduğunu, mistik-metafizikçi yazar, filozoflardan, şairlerden yaptığı bol alıntılardan anlıyoruz. Yazarımız, kendisine yakın bulduğu ve adını sıkça andığı Simone Weil de Katolik ve de mistik bir filozof. Çeviride ‘Simone’nin ‘Simon’ biçiminde yazılması bağışlanmaz bir hata çevirmen adına.

     RUHUN YALNIZLIĞI (YKY)

    “Belki de üç zaman vardır: Geçmiştekilere ilişkin şimdiki zaman, şimdilere ilişkin şimdiki zaman ve gelecektekilere ilişkin şimdiki zaman demek daha doğru olurdu. Çünkü bu üç çeşit zaman zihnimizde var.”(s.39) diyen Borgna, yalnızlığı dört ana başlık altında inceliyor: 

YALNIZLIKLARIN DİLİNİN YOLUNDA:

I. Yalnızlığın Gizleri

II. Konunun Ana Başlıkları

III. İçinden Geçmiş Olduğumuz Karaltılar

IV. Yalnızlıkta Tedavi.

Ve sonsöz: KALBİN GÖZLE GÖRÜLMEZ İÇSELLİĞİNİN ÖTESİNDE.

    Borgna’nın biçemi hakkında da ipucu olacak, yapıtın amacını da ortaya koyan giriş cümlesini örnekleyerek söze başlayayım:

 

”Bu kitapta, günlük hayatta yitirilen ve sık sık da yanılsamalardan ve sadece görünüşlerden, kayan yıldızlardan beslenen amaç arayışlarının, dünyeviliğin yutuverdiği yal-nızlığın varoluş biçimlerine, dillerine doğru yol almaktayım ve bu yolda öncelikle içsel yalnızlık, ruhun yalnızlığı, yaratıcı yalnızlık ile acılı yalnızlık, olumsuz yalnızlık, tecrit yalnızlığını ayırt etmeyi arzu et-mekteyim.”

 

Bu cümle, demek istediğimin basit, masum bir örneğidir. Bereket, sayfalar ilerledikçe daha anlaşılır bir anlatım karşılıyor bizi. 

    Dört ana başlık altında incelenen yalnızlık birçok anlamlı alt başlıklar altında çarpıcı ayrıntılar- la ve akademik bir yetkinlikle irdelenmiş. Yalnızlık halleri, acı (beden-ruh), mutsuzluk- mutluluk (içsel m.- patolojik m.),sevinç, korku; delilik-normallik halleri vd. sarsıcı ayrıntılarla, alıntılarla irdeleniyor. İnsanın mutsuzluğunun kolay olduğunu Ronald Barthes (Yas Günlüğü), Augustinus, Georges Bernanos birçok yazardan alıntılarla anlatırken, insanın kolay mutlu olamayışının temelinde mülkiyet hırsı, toplumsal yaşamın dayattığı görev, sorumluluk ve isteklerin payından söz edilmiyor. Yoksa unutamamak değil asıl sorun.

    Notlarımı aylar sonra bilgisayara geçirirken bugün Bülent Usta’nın Bağlantısızlık başlıklı yazısı düştü önüme (21 Haz. 2023). Şunu diyor yazısının bir yerinde:

 

”Byun-Chul Han, bağlantısızlığı ‘dünya yoksunluğu’ olarak tanımlamış. Bağlantı yoksa dünya da yok. Anlam, ancak ötekiyle kurulan ilişkide ortaya çıkar. Göstergebilim açısından da bir gösteren, ancak başka bir gösterenle anlamlı olur.” Yazısının başında da şu anlamlı saptamayı yapmıştı:

 

”Bir gruba kendin olarak, yargılanmaksızın bütün kusurlarınla dahil olmak başlı başına iyileştirici bir etkide bulunur.” “Neysen o ol!” diyen Nietzsche’nin mutlulukla ilgili söylemi olumsuzluktur. Giacomo Leopardi de. Birçok filozof, insan için mutsuzluğun bir kader olduğu görüşünde. Sürekli, sonsuz mutluluk olanaksız. 

Borgna, Umberto Galimberti’den ilginç alıntılar yapıyor. Bir kısmını alıyorum: “Dikkatimizi, kendimize tamamen yabancı düşecek kadar, kendimizden uzaklaştırıyoruz, dışarıdan edindiğimiz mutluluk modellerine kavuşmak için her gün düz duvarlara tırmanıyor ve her gün batıyoruz çünkü muhtemelen o modeller kişiliğimize hiç olmayacak kadar uygunsuz düşüyor…” Şu saptaması da anlamlı: “…

 

“…Dolayısıyla mutluluk, isteklerini tatmin etmek ve erdeme karşılık, alınan ödül anlamını taşımamaktadır; mutluluk erdemin kendisidir, insanın kendi öz başarısı için kendini yönetmesidir, çünkü insanın ölçüsü budur.” (S.93)

    Kitapta çekingenlikle ergenlik üzerine yapılan değerlendirme unutulmaz: ”Ruhun tatlı ve uysal yarası olan çekingenliğin arzuladığı yalnızlığa saygı duyulmalı… “(s.52)

 

“Çekingenlik ergenliğin, idealle- re tutkun, en yüksek ve baş döndürücü idealleri arzulayan ergenliğin simgesel mirasıdır…”(s.53)                                                                                                                                                            

    A. Schopenhauer’in gençlikle yaşlılığın yaşam yorumu üzerine saptamasını çoğumuz duymu-şuzdur: “Gençliğin gözüyle bakıldığında, yaşam sonsuz uzunlukta bir gelecektir; yaşlılık gözüyle ise ol- dukça kısa bir geçmiştir… Buna göre yaşamın ilk yarısının karakteri mutluluğa yönelik doyurulmamış bir özlem, ikinci yarısının karakteri ise mutluluk endişesidir…”

    Sözcüklerin günlük yaşamda önemini anlatan şu saptama ilginç: “Psikiyatride olduğu gibi gün- lük ilişkilerde de sözlerin asli bir anlamı vardır; sözcükler canlı kanlı varlıklardır ve sözcüklerle daima hesaplaşmamız gereklidir. Umutsuz bir kalbi ancak sözcükler umuda açabilir, dengesiz bir seyir izleyen bir yaşamı uçurumdan aşağı sürükleyen de daima sözcükledir.”(s.78) Depresyon- yalnızlık ilişkisi şöyle değerlendirilmiş:”Depresyon her birimizin içinde oturan bir yabancıdır ve olası nedenleri arasında yalnızlığın acılı ve karanlık varlığı söz konusudur.”(s.57) Şu uyarı da hayli düşündürücü:“… Psikiyatride olduğu gibi, günlük ilişkilerde de sözlerin asli bir önemi vardır ve sözcüklerle daima hesaplaşma- mız gereklidir.”(s.78)   

    

Konunun Ana Başlıkları başlıklı II. Bölümün 4. Alt başlıklı ‘Yalnızlık ve Mistik Hayat’ bölümü  hayli ilginç. Şu alt başlıklar da bu konuda ipucu veriyor: Bir Lütuf Olarak Yalnızlık, Mistik Dil, Ruhun Ka- ranlık Gecesi, Yalnızlığın Uçurumlarında, Yalnızlıktan Ölmek, Manastır Yalnızlığı… Kitaptaki dört ana başlığın da alt başlıkları böyle anlamlı, çarpıcı ve derinlikli metinlerden oluşuyor.

3.Bölümde şiir ve mektuplar üzerinden irdeleniyor yalnızlık. Şairler (Francesco Petrarca, Gia- como Leopardi, Selma Meerbaum, Rilke vd), özellikle Emily Dickinson üzerinden. Şu dizeleri anlamlı Dickinson’ın: “Başka bir kalp gidemez/ Kırık bir kalbe/ Aynı yüksek imtiyazdan/ Mustarip olmadıkça kendi de.”

 

Hele Rilke’nin unutulmaz YALNIZLIK şiiri:

 

Yalnızlık bir yağmur gibidir/ Akşamlara doğru de- nizden yükselir/ uzak ve sapa düzlüklerden gelir/ çıkar gökyüzüne, onundur her zaman. Ve gökyüzünden kente düşer ardından.// Yağmur olup alaca saatlerde iner/ sehere dönerken bütün sokaklar/ ve aradığını bulmadan bedenler/ bezgin ve üzgün birbirinden kopar;/ ve birbirine nefret dolu insanlar/ bir yatakta yan yana yatarsa // o zaman akar yalnızlık ırmaklarca.” Bu, Yüksel Pazarkaya’nın çevirisi. Laf aramızda Behçet Necatigil’in çevirisini daha çok severim. Bunu dedikten sonra, bu çeviriyi merak edeceğinizi tahmin etmek zor değil: 

YALNIZLIK

Yalnızlık bir yağmura benzer/ Yükselir akşamlara denizlerden/ Uzak, ıssız ovalardan eser/ Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir/ Ve kentin üstüne göklerden düşer.// Erselik saatlerde yağar yere/ Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar/ Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı/ Ayrılınca birbirinden gövdeler/ Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde/ Yatarken aynı yatakta yan yana:// Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.

Rainer Maria Rilke yalnızlığı yalnız şiirde değil mektupta da irdelemiş. 23 Aralık 1903’te Roma’ dan yazdığı bir mektupta bakın ne demiş: “… Topu topu tek bir yalnızlık vardır, o da büyüktür, kolay  katlanılacak gibi değildir. Dolayısıyla, herkesin yaşamında öyle saatler vardır ki insan, yalnızlığı verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun bir beraberliği almak ister karşılığında; iyi kötü ilk rastlayacağı kişiyle, en sıradan bir kişiyle sözde birazcık bir anlaşma uğruna yalnızlığı elden çıkarmak ister.”

4. bölümde yalnızlığı manastırdaki mistik yalnızlık üzerinden irdelemesi kanımca yazarın duru- şu yönünden de anlamlı. Kalkütalı Teresa, Avilalı Teresa vd. Kalkütalı Teresa’nın mektubu unutulmaz bir çığlık bu konuda: ”Karanlıktayım… Rabbim, Tanrım, ben kimim ki beni terk ediyorsun? Senin sevgi- nin kızı, şimdi, sanki en nefret ettiğin, istemediğin ve sevmediğin için kenara attığın birine dönüştü. Ben sesleniyorum, ben sıkı sıkıya tutunuyorum, ben istiyorum… ve bana cevap veren kimse yok, tutu- nabileceğim kimse yok, evet, kimse yok. Yalnızım…” 

Borgna’nın, III. Bölümün ‘Son sözler’ kısacık metninde söyledikleri çok çarpıcı. Hele şu açıklamalar: ” … Söylediklerim genel hatlarıyla, sevilen bir kişinin ölümünü izleyen duygusal yankılara odak- lanmıştır… Sevilen bir kişinin ölümünden, gerek ölen kişi, gerekse ölmeye tanık olan kişi için iç sızlatan bir yalnızlığa derinden bağlı ölmek deneyimine geçtim… Son olarak intihar deneyimi üzerine –hayatın ve ölümün, yaşamanın ve ölmenin, özgürlüğün ve özgür olamamanın, yalnızlığın ve sessizliğin gizi ile yüzleşilen uç deneyim üzerine- odaklanmıştır. 

Ucu açık yalnızlık ve yalnızlıklar konusunda sunduğum son imgeler bunlardır.”(s.194)                                               

Yazar, son bölümü (IV. Yalnızlıkta Tedavi) Emily Dickinson’ın şu şiiriyle açmış: “Umut” o tüylü şeydir-/ Ki ruha tüner-/ Ve şakır durur sözsüz bir ezgiyi-/ Ve hiç durmaz- hep öter// Ve –Burada-en tatlı- duyulur sesi- / Fırtına öyle şiddetli olmalı- / Ki yıldırsın bunca insanı ısıtan/ Bu küçük kuşu-// En soğuk ülkede işittim onu-/ Ve en yabancı Denizde-/ Ama- ne Cefalar çekti de- yine/ İstemedi- tek kırıntımı bile.                                

Dil ve anlatım yönünden yorucu olan bu akademik çalışmanın haliyle metinlerde geçen terimlerle de didişmek zorundadır okur. Birkaç örnek: somatik, dissasiyasyon, haşiv, eudaimona, hermeneutik, leitmotiv, psikotik, patoloji, deliryum, esperance, alter ego, semptomatoloji vd.

    Şu bir gerçek ki zaman zaman tekrara düşmüş değerli yazarımız; aynı konuyu, izleği neredeyse aynı cümlelerle yinelemiş. Buna karşın yapıtının değerine ciddi bir gölge düşmüyor. Üzerinde sayfalarca değerlendirmeyi hak etmiş bir başucu kitaptır, Ruhun Yalnızlığı! Çünkü, Eugenio Borgna’nın dediği gibi  “Yalnızlık hayatımızın yok edilemeyecek bir koşuludur.”

bottom of page