top of page

BENLİK VE ÖTEKİNİN DAĞLARINDA EFEKT YARATAN ŞEY

Havva AĞRAL

Lovecraft’ın Deliliğin Dağlarında ve Eşikteki Şey kitaplarına gönderme yapan bir başlık atmak istedim. Ancak buradaki konu, daha ziyade kökensel olan insanın toplum yaşayışındaki benliği ve “öteki” teması diyebilirim.

Efekt yaratmak deyince de Oz Büyücüsü’nü düşünmenizi istiyorum. Sarı aydınlık yolun, korku efektleriyle dolu olması tesadüfi bir düşünce değildir. Efektleri yaratan büyücünün tüm hilesi sonunda açığa çıkmaktadır; maksat, aydınlık yolu yürütmemektir. Bize korkuyu veren “ötekinin,” baba figürü olması ve korkarak yaşamanın patolojisi olarak benliğin kırılganlığı, insanın travmatik geçmişini ortaya koymaktadır. İnsan, belli bir hiyerarşi içinde bir parça olması gerekirken, kırılgan benliğin stabil tutulması koşuluyla düzenin sağlanması açısından gerekli olan şey korkudur. Ancak korkunun üstüne giden insanın sarı aydınlık yolu yürüme ihtimali vardır.

Ötekini ve korkunun efektini en şiddetli yaşayan kişilikler şizoidlerdir; ciddi güven problemleri yaşarlar. Peki, öteki kimdir? Salt bir baba figürü değil; o, bizim imajinatif yansımamız ve bakışımızdır. Yargılayan bakışlardan rahatsızlık duymak, küçümsenmek ya da gururlu olmak gibi duyguları bize karşı taraf vermektedir. Bakışın illüzyonu, efekti, bizim kendilik kurgumuzda pek çok şeyi ifade eder. Ötekinin dayattıkları, bizim “dağlarımızda” bir fırtınaya sebep olabilir; bizim kıyametlerimiz ötekinden yansıyandan kopar. John Steinbeck, “Yaşıyor olmak, yara izleri taşımaktır,” der. Yaşamın tüm efektleri ve öteki bir mecburiyettir.

Toplumun yaralarını dekadans olarak çağdaşlaştıran yazar da Lovecraft’ın Deliliğin Dağları ve ondan esinlenmiş The Thing filmi, toplumun eskiden bugüne yansıyan yaralarını ve tüm uygarlıkların başına gelen dekadansı gösteren bir eser olarak görmeliyiz. Çünkü insan bütünü arasa da bütüne kavuşmanın huzursuzluğunu duyar. Bütün, pek çok koşulda ve çağda kendi Maslow piramidini kuran ya da benzerini kuran benlikler toplamı stabil bir doğada değildir. Bu tepeden tabana gösterenin en belirgin stabil aracı da yine korkudur. Ama işin gerçeği, dekadans kaçınılmazdır. Hiyerarşi ve stabil olanın kırılması bir yerde anarşi ise yeninin kurulumu da geçmişe dair korkunun hikayesi ile mümkün olabilir.

Maddiyat, statü, saygınlık gibi pek çok unsurda korku bir araca dönüşür; yolun üzerindeki efekt duygulardır. Bir o kadar da gerçektir. Korku, bir insanı içten içe ve yavaş yavaş öldürebilir. Bir ömür boyu kölelik yaşamı sürmesine neden olabilir; en sevdiği insanları gözden çıkarmasına neden olabilir. 1984 filmindeki fare sahnesini hatırlayın. Korku, bizde çözülme halidir. Tıpkı medeniyetleri korkutan kendi tabanı ise tabanı korkutup çözmek isteyen de piramidin en tepesinde olacaktır.

Metamorfoz bu sürecin neresindedir? Tam da çözülmenin içindedir. Metamorfoz olanın çözülmemesinde saklı olan şey dönüşümdür; bu yerin altında da olabilir, farklı katmanlarda da olabilir. Deliliğin Dağlarındaki Şogotlar, toplumu canlı ve çürüyen bir organizmaya benzetmektedir. H.P. Lovecraft, daha farklı bir şekilde korkunun cisimleşen ve “işte buyuz” dedirten yaratıklarını ortaya koymuştur. Bu da bir efekttir bence. Sosyal organizmanın resmini yapar ve onun çirkinliğini ifşa eder. Hem grotesk hem korkunun efekti olarak bu canlının metaforunu görürüz. O, modernizm adı altında sürekli değişkenlik geçirip metamorfoza uğramış sosyal resmimizdir.

Modern ve postmodern insanın toplumsal kimyasının bozulması neye işaret eder? Çürümüşlüğe. Ancak metamorfoz olan zaten artık ucube ve grotesk olduğu için artık dekadans yaşamaz. Çöküşü sürekli yaşayan bir toplumun yansıması, arsızlık, yalancılık, hatta yalanı şiddetle savunma hali gibi tuhaflıkların varoluşudur. Bugünün çöküşüne insanın cevabı yine mite dönüşür. Çünkü o, hiç illüzyon, efekt, simülasyon korkularından arınamadı. Yükseliş ve çöküş deviniminin sonunda gelinen metamorfoz ve meta öyküler, insanları neomitlere de yönlendirmiştir. Geçmiş, gelecek, simülasyon, enformatik çağ gibi temalar iç içe olduğu son dönem neomitleri, hep eskinin geri dönüşüdür.

Kabile, Birey, İnsan: Böyle bir ara başlık koymamın sebebi, tüm modernite söyleminden sonra bir şeyleri tersinden göstermek çabasıdır. Bunu özellikle bir film örneği ile daha yerinde tarif edebileceğimi düşünüyorum. Kafatası Adasıfilmindeki kabilenin karakteristik özelliği... Sakin, zamanın yokmuş gibi yaşandığı, mülkiyet duygusunu aşmış olan kabile insanlarının olgun halini gösteriyor. Kendilerini doğada izole etmişler. Ada ve hatta adanın da bir kısmında blok hâlinde bir yaşam sürüyorlar. Genelde hiç konuşmadan uzlaşının sağlandığı, yazısız kanunların geçerli olduğu bir kabile yaşamını yansıtıyor. Korku, o blokun dışında olanca heybetiyle durmaktadır. Yeraltı sürüngenleri ve kabileye dost tanrı Kong ile sözsüz bir o kadar derin bir ırk.

Mülkiyet ve onun bireyde yarattığı yığınla patolojiyi baştan egale etmiş bu kabilede eşitlik görüyoruz. Komün bir hayat var. Hayat aşırı zor. Kadim türler denilen devasa canlılar var. Hayatın çetin koşulları yüzlerine yansımış. Topografya olarak yüzlerde geometrik şekiller var ve yüzleri toprak renginde. Orada “öteki”ne ihtiyaç yok gibi; öteki hep sınırın öbür tarafında duruyor. Bir güvenlik hattı ve sınırında izole hale gelmişler. Doğadan başka hiçbir şeyden onay beklemiyor gibiler.

Deliliğin Dağları, ezoterik bir adaya dönüşüyor. Ancak Deliliğin Dağlarında yaratılmış canavarlar var. Kafatası Adasıfilminde canavarlar zaten mevcuttu. Bu filmde böyle bir kabile düşüncesi, filmin neden-sonuç ağında bir yerde olduğu için yer alıyor. Fantastik bir film için ciddi bir tema olduğunu düşündüm. Baraka filminden esin gibi de düşündüğüm bu kabile faunasında birey olmak duygusu yok. Orada yalnızca insan var; doğaya kaynaklanmış doğal bir oluş. Orada yükseliş ve çöküş yok. Ama doğa, tüm deliliğiyle kadim türler olarak karşımızda.

Filmdeki kabile için diğer insan, öteki değil. Birey olmayınca, simgesel işaretler ve donuk yüzler birbirinden yansımış görünüyor. Kabilelerde genelde sakin duruşun bireyci kavgaların hiç yaşanmadığı, farklı bir dünya okuması olduğunu düşünmek gerekiyor.

      

Untitled-2.jpg
bottom of page