top of page
Illustration by Elly MacKay.jpg

Yunus'un Bolluk Çorbası (2)

                Elem ERK
 

WhatsApp Image 2024-10-23 at 12.19.03.jpeg
log in or sign up.jpg

SARI ÇİÇEK 

*Görsel: Adem BAŞPINAR

 

Ocağın başında oturan Mavi Nene, gözlerini kapamış, bir yandan da çorbayı karıştırıyordu. Çorbanın kokusu odayı sarmıştı. Kokuya bakılırsa ateşte Mavi Nene’nin meşhur Bolluk çorbası kaynıyordu.

Pencereden içeri esen rüzgâr taze bahar kokusunu çorba ile birleştirirken bir yandan da Mavi Nenenin kulağına, “Hadi bakalım çorbanın nasibinde bugün hangi çocuk var.” Mavi Nene gülümseyerek çorbayı karıştırmaya devam etti.

Patika yolu güle oynaya çıkan bir çocuk, yerinde duramıyordu. Kâh erik dalına tırmanıyor kâh dikenlerin arasından ona bakan çiçekleri gördükçe gülümsüyor kâh ayağını altından kayıp giden taşları seyrediyordu. Sabahın ilk ışıkları çocuğun gözlerini daha bir aydınlatmış, ışıl ışıl parlıyordu. Gözlerinin yeşiline kaçamak bakan güneş sonunda erik ve ceviz ağacının yaprakları arasından sonunda kendini gösterdi. Bir süre güneşin altında oyun oynadı. Sonra gitmesi gereken tepeye bakarak patika yolu koşmaya başladı. Çelimsiz bacakları yorulsa da koşmaya devam etti. 

Sonunda iki göz odadan oluşan ahşap bir evin kırmızı kapısının önünde durdu. Küçük yeşil penceresinden içeri baktı. Yaşlı bir nenenin ocağın başında tencereyi karıştırdığını gördü ve neşe içinde kapıyı çaldı. Kapı açılmadı. Bir daha çaldı. Kapı yine açılmadı. Daha kuvvetli bir şekilde tekrar çalınca kapı kendiliğinden ardına kadar açıldı. Ayağı eşiğe takıldı. Düşecek gibi oldu. Zar zor dengesini sağlayarak ayakta durabildi. Şaşkınlık içinde etrafa baktı. Mavi nene, gözleri kapalı çorbasını karıştırarak:

-Gel Yunus gel. Yanıma yaklaş.

Yunus, adını duyunca şaşırdı ama hiçbir şey söylemedi. Mavi Nene’nin yanına geldi.

— Gel, dinlen biraz.

Diyerek gözlerini yavaşça açtı. Yunus’un gözlerine baktı. Gülümsedi. Yunus sanki annesinin yanındaymış gibi kendini huzurlu hissetti. Bir süre dinlenip Mavi Nene’yi izledikten sonra:

-Hayalimi kaybettim. Nerde olduğunu biliyor musun?

-Buraya kadar onun için mi geldin?

Yunus, küçük elleriyle başını kaşıyarak:

-Hayallerim olmadan nasıl yaşarım ki? Onları bulmak için onca yol geldim.

— Demek kaybolan düşünün peşine düştün. Onca yol yürüdün. Buraya kadar geldim. Madem evime kadar geldin ben de sana yardım edeceğim.

-Gerçekten mi? Bu iyiliği benim için yapar mısın?

Mavi Nene, Yunus’a öylesine içten yaklaşıyordu ki Yunus merakını daha fazla içinde tutamadı.

— Adımı nasıl bildin neneciğim?

— Sarı çiçek söyledi.

— Hangi sarı çiçek. Hem nerden haberi var sarı çiçeğin benden.

— Evrende her şey sarı çiçeği bilir ve her şeyi ona söyler. Bunu bilmez misin çocuk?

— Nasıl yani?

— Biraz daha dinlen. Acelemiz yok. Çok koştun. Nefesin uzakta kaldı izin ver seni bulsun.

Diyerek Yunus’un elinden tutup yanına oturttu. Derin bir nefes aldı. Yunus’un gözlerinden öperek iki kaşının arasına baş parmağını bastırarak yüzüne üfledi. Mavi nene tüm bunları yaparken yüzünden gülücükler eksik olmadı. Yunus, gözlerinden akan yaşları silerek, Mavi nenenin elini öptü. Eteğine uzanıp biraz uyudu.

Gözlerini açtığında Bolluk çorbası ocakta hala kaynıyordu. Mavi nene gözlerini kapamış çorbayı karıştırıyordu.

— Hoş geldin çocuk.

-Çorba pişti mi Mavi Nene.

-Henüz değil Yunusum. Acıktın mı?

-Hem de çok.

Mavi Nene, Yunus’a bir parça ekmek verdi:

-Çorbanın eksikleri var çocuk. Bu yaşlı bacaklarım ormanda dolaşmaya müsaade etmiyor. Ama sen tazı gibisin. Bir çırpıda gider gelirsin. Belli mi olur belki de aradığını da bulursun.

— Ormanda hayalimin ne işi var neneciğim. Kandırma beni. Çocuk değilim ben kocaman adam oldum.

— Madem bu kadar büyüdün o zaman çorbanın eksik olan malzemelerini de bulup getirebilirsin.

— Getiririm de bu kadar çok çorbayı kim içecek.

— Kaf Dağı’nın çocukları.

— Nasıl yani? Benden başka çocuklar da var mı?

— Olmaz mı Yunus. Güldürme beni. Her zaman düş çocukları vardır. Kiminin kayığı var uçar kiminin çiçeği var tozar.

— Bilmece gibi konuşuyorsun.

— Alemsin çocuk. Bunları döndüğünde konuşuruz. Şimdi Bolluk çorbası için söylediklerimi harfiyen yerine getir olur mu?

— Sen hiç merak etme neneciğim.

— Merak etmiyorum da sabırsızlığın düşündürüyor beni. Neyse iyi dinle. Önce sarı çiçeği bulmalısın. Onu bir güzel dinlemelisin. Her yolun bir yolcusu, yolcunun da bir arkadaşı vardır. Sana da sarı çiçek arkadaşlık edecek.

— Sarı çiçek mi? Amma komik bir nenesin sen. İnsanın arkadaşı çiçek olur mu?

— Çiçekten daha güzel bir arkadaş mı olur. Konuşmadan iyice dinleyesin Yunus. Duyman için susman gerekiyor.

Diyerek Yunus’a baktı. Yunus, nenenin şaka yapmadığını anlayınca susmak zorunda kaldı.

— Sarı çiçek sana yardım edecek. Onunla yer gök, dağ tepe gezeceksiniz. Bir de uçan kayığınız olacak.

— Uçan kayık mı? Halı olmasın o neneciğim.

Nene, Yunus’a öyle bir baktı ki Yunus, gülsün mü ağlasın mı bilemedi. Başını önüne eğdi. Mavi nene onu incitmeden:

— Çocuk, Bolluk çorbası çok kıymetlidir. Tüm malzemeler tam olmalı ve tarife uyulmalıdır. Şimdi beni iyice dinle, sarı çiçeği bulana kadar hiç konuşmadan ormanın içinden yürü. Bu sırada gözlerini dört aç. Sarı çiçek biraz şakacıdır. Daha şimdiden senin geleceğini anlamış ve sana bin bir türlü tuzak kurmuştur. Sen çok zeki bir çocuksun mutlaka tuzakları fark edersin. Dara düştüğünde ağaçlara, kuşlara, suya sığın. Onlar sana mutlaka yardım edecektir.

— Çorbanın malzemelerini söylemedin daha.

— Acele etme çocuk söyleyeceğim. Arının balından bir damla, bir tane uçmaz kuşun tüyü, acı otun kalp yarası, bir parça baykuş nefesi, göğün göz yaşı, aroması için ise taze düş şarkısı. Yazayım mı yoksa aklında tutar mısın çocuk?

— Neneciğim sustum sustum ama çatladım… Yani bunların hepsi şaka değil mi?

— Değil Yunus, güneş yüzlü Yunus… Düşlerini arayan sen değil misin? Önce çorba pişmeli ki bir güzel doysun çocuklar. Her şeyin bir bedeli var. En iyisi sen yola çık ötesini berisini düşünme. Yol seni açar.

Diyerek Yunus’a sarıldı. Başını okşadı.

— Kafanı kaşı, sağa sola salla belki yerine gelir. Belli mi olur bir bakmışsın gözün gönlün dile gelmiş.

Yunus, Mavi nenenin söylediği hiçbir şeyi anlamadı. Ama kafası iyice karışık olduğundan bir şey demeden kapıdan çıkıp gitti. Ardından ona sevgiyle bakan Mavi neneye el salladı. Patikadan aşağı indi. Derenin kenarında durdu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra kana kana su içti. Kocaman gövdesi olan meşe ağacının altına oturdu. Başını yukarı kaldırdığında meşe ağacının dalında oturmuş sincabı gördü. Sincap hemen ağacın dalından kalktı ve daha yukarıya tırmandı. Yunus’un kalbinden ağacın tepesine çıkmak geçti. Ama bu mümkün değildi. Çünkü meşenin gövdesi kalındı. Tutunacak kadar aşağıda dalı da yoktu.

Gözlerini kapatıp sarı çiçeği nereden bulabilirim diye düşünmeye başladı. Birden ayağa fırladı. Adeta sırtından bir güç onu tutarak yukarı çekti. Yunus ne olduğunu anlamadı. Meşe ağacının yaprakları şarkı söyler gibi sesler çıkarmaya başladı ve gövdesinden uğultu sesler gelmeye başladı. Ağaç, Yunus’u olduğu yerde sarsıyordu. Güneşin ışığı yaprakların arasından süzülüp Yunus’un yeşil gözlerinden kalbinin derinliklerine iniyordu. Toprak sanki ayaklarının altında hadi durma dans et der gibi sarsılıyordu. Şaşkın Yunus tüm bunların sarı çiçeğin bir oyunu olduğunu anlayamadım. Şaşkınlıkla etrafındaki olup bitenleri izlemeye başladı. Meşe ağacının gövdesine sarılmaya çalıştı. Ağaçtan belli belirsiz sesler gelmeye başladı. Gelen sesi duymakta zorlanan Yunus ağaca yaklaşarak sessizleşti. Kulağını iyice ağacın gövdesine dayadı. Derinden çok derinden gelen sesi anlamakta zorlanınca nefesini tutup gözlerini kapattı. Kollarını ağacın gövdesinden hafifçe çekti. Ağacın konuştuğunu duyunca birden irkildi.

-Ne yapıyorsun Yunus, canım acıdı.

Yunus ne diyeceğini bilemedi. Çenesi kitlenmiş gibi oldu. Konuşmak istiyor ama sesi çıkmıyordu. Ağaç Yunus’un haline acıyarak:

— Sevmek bir sanattır Yunus. Tüm canlılara önce sevgiyle yaklaş. Kendi halimde öylece dalmışken birden gövdeme sırtını dayayınca tedirgin oldum. Canım acıdı.

Yunus, zar zor nefes alarak bir iki öksürdü. Derin bir nefes aldı.

— Çok üzgünüm. Canını acıtmak istemedim.

— Biliyorum. Ama acıdı. Daha dikkatli olmalısın.

-Haklısın. Ama bir şeyi merak ettim sen hep konuşuyor muydun?

-Kendimi bildim bileli konuşurum. Her şey konuşur.

-Ben neden yeni duyuyorum o zaman?

-Çünkü susmayı biliyorsun. İnsanoğlu böyledir. Ne zaman susarsa duymaya başlar.

—Ama sen hem susuyor hem de konuşuyor hem de örüyorsun da değil mi?

— Ne demek istediğini anladım. Bunun cevabını şimdi veremem. Biraz sabırlı olmalısın Yunus.

— Ya sarı çiçek… onu gördün mü hiç?

— Sarı çiçeği arıyorsun desene.

— Evet. Sarı çiçeği tanıyor musun?

— Sarı çiçeği tanımayan mı var? Onu herkes bilir. Yoksa sen bilmiyor musun? Bu nasıl olur anlamıyorum.  

— Nerede bulabilirim sarı çiçeği?

— Ben bilmem ama bu halde bulamazsın. Önce hiç konuşmadan biraz dinlenmeni tavsiye ederim. Bak bakalım etrafında neler oluyor. Gördüğün her şeyi sevginle izle, ne dediklerini duy. Her birinin kalp atışı gibi çıkardığı sesi dinle. İlk adımın bu olsun. Bunlar sana deli saçması gelebilir. Ama denemekten başka çaren de yok.

Yunus, sessizce başını öne doğru eğdi. Biraz daha ağaca sarıldı. Düşünceliydi. Hayallerini bulmanın bu kadar zor olacağını düşünmemişti. Kafası karışmıştı. Bir an önce geri dönmek istedi. Meşe ağacı Yunus’un aklından geçenleri anladı ve ona dalları ile sarılarak:

— Yunus, vaz geçersen çok üzülürsün. Buraya kadar geldiysen kendine güven. Sana bir sır vereceğim. Sarı çiçek en çok yüksekleri sever. Onu bulmayı gerçekten istiyorsan öncelikle kendine inanmalısın. Sonra sarı çiçekle buluştuğunu hayal et. Mutlaka bir yerde karşılaşırsınız. Sarı çiçek kendini arayan tek bir canlıyı bile kapısından geri çevirmemiştir.

Yunus’un bir anda çocuk kalbi sevindi. Sarı çiçek, Mavi nene, kaybolan düşü geldi aklına. Ağacı sevdi, sarıldı, teşekkür edip yoluna devam etti.

Çocuk aklı işte aklını rüzgâra kaptırıp nereye eserse orada konaklıyordu Yunus. Dere kenarında durup hemen suya atladı. Saatlerce sudan çıkmadı. Ağacın söyledikleri aklında kalmamıştı. Suyla şakalaşıyor, suyu avucunun içine alıp havaya atıyor, kafasını daldırıp içindeki balıkları izliyordu. Yunus’un etrafını balıklar sarmıştı. Yunus, balıkların onunla konuşmaya çalıştığını anlayınca yüzünü suya yaklaştırdı. Suyun hafızasını balıklar dile geldi:

Yunus suya eğildi. Su da yansımasını gördü. Suyun kendisi olmuştu. Birden irkilerek geri çekildi.

— Korkma Yunus, bende insanların, hayvanların, bitkilerin aklına gelen her canlının biriktirdiği duyguları var. Suya eğilip kendilerini gördüklerinde bana da içlerinden geçenler kalıyor. Korkma Yunus.

-Korkmuyorum.  

— O zaman suyun akıntısına bırak kendini. Sarı çiçeğin sesine kulak vermeyi dene.

— Sarı çiçeği nasıl bulacağımı biliyor musunuz?

— Tatbiki biliyoruz. Sarı çiçeği herkes bilir. Yoksa sen daha bulamadın mı onu? Yanlış yerlerde mi arıyorsun acaba.

— Bizim orada da sarı çiçekler var ama nenenin tarif ettiğine hiç benzemiyor.

— İlahi Yunus ne güzel bir çocuksun sen. Tüm sarı çiçekler aynıdır. İlk karşılaştığın sarı çiçek aradığındır.

-Buna çok sevindim.

Der demez Yunus, sarı çiçeği aslında kolay bulabileceğini duyunca hemen toparlandı. Suya ve balıklara teşekkür ederek yola koyuldu. Su, öyle iyi gelmişti ki… Gökyüzüne bakıyor, el sallıyor, güneşe gülümsüyordu. İçinde dolup taşan yaşam sevinci şiir olup çıkıyordu. Bastığı toprak dile gelmiş:

— Yunus. Yunus. Yunus.

Diyerek ona sesleniyordu. Yunus etrafına bakıyor ama sesin nereden geldiğini bir türlü anlamıyordu. Toprak derinlerden Yunus’a seslenmeye devam ediyordu. Yunus’un aklı fikri sarı çiçekte, bunun dışındaki börtü böceği ne görüyor ne duyuyordu. Bazen düştüğünde kendine geliyor onu da hemencecik unutuyordu. Birden ayağının altındaki toprak kaydı. Yunus, bu defa paldır küldür yere düştü. Daha ne olduğunu anlamadan karınca ordusu etrafını sardı. Bir de baktı ki karınca yuvası elinin altında kalmıştı. Lider olan karınca bir iki adım öne atıldı:

-Neredeyse bizi ezecektin. Biraz dikkat etsene Yunus.

Karınca konuşmasını sürdürürken Yunus, yavaşça elini yuvasının üstünden çekti. Yavaşça ayağa kalktı. Üstünü başını temizledi ve karıncayı pür dikkat izlemeye başladı. Karınca, Yunus’un haline biraz üzülerek devam etti:

— Söyle bakalım Yunus, senin mecnun gibi ne işin bar buralarda?

— sorma karınca kardeş. Hayallerimin peşine düştüm. Şimdi de Sarı çiçeği ararım. Gördünüz mü Sarı çiçeği?

— Burnun ucunu bile göremeyen sen sarı çiçeği nasıl bulacaksın.

—Meşe ağacı dedi ki, en çok yüksekleri ve gökyüzüne yakın yerleri severmiş. Kırın yolunu bulursam sarı çiçeğe bulurum.

— Bak şakacı Meşe ağacına, demek öyle dedi.

— Su da ilk karşına çıkan sarı çiçek senin aradığındır, dedi.

— Bak sen muzip suya. Seni çok sevmiş olmalılar ki böyle şakalar yapsınlar.

— Şaka mı?

— Evet ne sandın ki? İstersen sana yardım edebiliriz Yunus.

— Gerçekten mi? Çok mutlu olurum. Hem de ne isterseniz yaparım.

— İyiliğin karşılığı olmaz. Sen sadece sevgini hiçbir canlıdan esirgeme yeter.

— Söz.

— Tamam o zaman. Anlaştık.

— Peki sarı çiçeği nasıl bulacağız?

— Toprağın altında tüm canlıların kocaman bir yaşamı ve elektrik telleri gibi birbiri ile haberleşme sistemleri var.

— Bu çok güzel…

Hayretle karıncaya bakarak.

— Hem de mucizevi bir şey.

Dedi karınca başını sallayarak.

— Ben hazırım.

— Sessiz ve sabırlı olmalısın. Şimdi bir sorayım bakayım sarı çiçek neredesin, diye?

Bu soru üzerine tüm yeryüzünde birden titremeye başladı. Gökyüzünden bir ses Yunus’un kalbine doğdu. Sessizliği yırtarcasına Yunus’un kulaklarını çınlatan sesin sahibi:

— Buradayım ey güzel Yunus bastığın toprakta, içtiğin suda, kokladığın çiçekte, sarıldığın ağaçta, karıncanın yükünde, söylediğin şarkıda. Beni uzaklarda arama sakın…

Dedi. Yunus, sesin şefkatinde kayboldu. Küçük bedenini taşıyan ayakları kendiliğinden yürümeye başladı. Gittikçe sese doğru yaklaşıyor, kalbi çarpıyor, sanki gökyüzüne çıkıyormuş gibi hafifliyordu. Ağzından dökülen mısralar tüm dünyayı dolaşıyor yankı olarak Yunus’a geri geliyordu. Yunus birden durdu. Ellerini yukarı kaldırdı. Gözlerini kapatıp yüzünü güneşe çevirdi. Sarı çiçeğin güzel sesini daha derinden duymaya başladı. Yavaş yavaş sakinleşti. Gözlerini açtığında bir de ne görse iyi sarı çiçek ardında binlerce kırmızı gül ona doğru gülümsüyordu. Yunus hiç bu kadar çok gülü bir arada görmemişti. Sarı çiçeğe eğildi ve içinden konuşur gibi:

— Çok güzel. Keşke tüm düşünü kaybeden çocuklar bunu görebilse.

— Vakti geldiğinde onlarda görür Yunus. Şimdi bu kapı sana açıldı. Dile bizden ne dilersen.

— Bolluk çorbasının eksikleri varmış. Beni size gönderen Mavi Nene, onları bulup getirmemi istedi.

Sarı çiçek düşünceli düşünceli Yunus’a baktı.

— Yunus, çorbanın malzemeleri aklında mı?

— Hem aklımda hem de avucumun içinde yazılı.

— Uzat bakalım avucunu. Ne yazılmış bir bakalım. Arının balından bir damla, bir tane uçmaz kuşun tüyü, acı otun kalp yarası, bir parça baykuş nefesi, göğün göz yaşı, aroması için taze söz şiiri.

Sarı çiçek malzemeleri okuyunca gülsün mü ağlasın mı bilemedi. Nerden bulup getirsin bu tarifleri Yunus. Bilmezdi ki dünyanın türlü hallerini. Hallerin içindeki sırları. Yunus, gözlerini dikmiş öylece sarı çiçeğe izledi. Ne söyleyeceğini iyice merak etti. Ama konuşmadı. Sarı çiçek öksürdü. Yüzüne ciddi bir ifade takındı. Yunus’a dikkatle bakarak:

— Yunus, şimdi seninle uzun bir yolculuğa çıkacağız. Yolumuz biraz değişik. Yani şimdiye kadar bildiğin her şey tersine dönebilir. Bu nedenle yolculuk boyunca hiç soru sorma olur mu? Sözümden çıkmak da yok. Merak etme yanından hiç ayrılmayacağım. Unutma hayallerinin gerçek olmasını istiyorsan bunun bir bedeli var. Şimdi iyice bir düşün bakalım. Zamanımız var. Hazır olduğunda bana seslenmen yeterli olacak.

Dedi. Yunus sarı çiçeğe adeta âşık olmuştu. Gözlerini ondan hiç ayırmadan tamam anlamında sessizce başını salladı. Sarı çiçeğin baktığı yerlere baktı. Gökyüzünde uçan kuşları gördü. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Heyecanlanarak sarı çiçeğe seslendi:

-Hayallerimden asla vazgeçmem sarı çiçek. Gerçekleşmesi için de her zorluğa varım.

— Aferin cesur çocuk. Haydi o zaman şimdi gitme zamanı…

Sarı çiçek birden sarmaşık gibi göğe yükselmeye başladı. Yunus’un elinden tutup kendine çekti. Bir bulutun içinde konakladılar. Bulut içli içli ağlıyordu. Sarı çiçek buluta sevgiyle bakıyordu.

— Ne ağlarsın yine içli içli beyaz bulutum. Nedir bu gözyaşlarının nedeni?

— Ben ağlamayayım da kimler ağlasın sarı çiçek. Yunus adında bir çocuk düşlerinin peşine düşmüş. Benden su istemeye gelecekmiş. Sevinçten ağlarım. Yunus hayretler içerisinde kaldı. Tam bir şey söyleyecekti birden sarı çiçek yaprağı ile çenesini kapattı.

— Sendeki gözyaşının anlamı nedir ki?

— Nerden bileyim sarı çiçek ben kendi halinde bir bulutum. Güneş nereye isterse oraya giderim.

— Yunus gelip gözyaşını isterse ne yapacaksın?

— Yunusum gelince onu sımsıkı kucaklayıp önce seveceğim. Sonra dilediği kadar su vereceğim.

Bulut, sözünü bitirmeden Yunus’u görünce ona kocaman sarıldı. Kulağına eğildi: -Su gözyaşı suyu senindir Yunus. Senindir göğün yıldızlarından akıp gelen sözler. Kalbini aç Yunusum, kalbin senin düşündür.

Yunus sessizce gözlerini kapattı. Kendini bulutun hafifliğine bıraktı. Bulut, Yunus’a bir tas gözyaşı suyundan verdi. Sarı çiçek onları izliyordu. Yunus’un elinden tuttu. Daha yukarı en yukarı çıkardı. Işıktan gözleri kamaşan Yunus:

-Uçtuğumu hissediyorum sarı çiçek.

Diye haykırdı. Sarı çiçek Yunus’a gülümseyerek:

-Bir gün mutlaka kendi başına da uçacaksın Yunusum. Ama şimdi değil. Bana sıkı sarıl. Elimi bırakma. Gözlerini sıkıca kapat. Yoksa kör olursun.

Dedi. Sarı çiçek ne derse Yunus yaptı. Sanki yeryüzündeki tüm canlar birlik olmuş, Yunus için şarkı söylüyordu.

Yunus gözlerini açtığında kimsenin bilmediği yüksek bir dağın zirvesindeydi. Daha önce hiç bu kadar yükseğe çıkmamıştı. Gözlerini kocaman açmış yanında inleyerek duran acı otunu izliyordu. Sarı çiçek hiç konuşmadı. Yunus, sarı çiçeğe seslendi. Çiçek ‘sus’ der gibi Yunus’a baktı. Yunus, sarı çiçeğin baktığı yere doğru döndü. Aklı ise acı otunu bir an önce alıp yola devam etmekteydi. Ama buna cesaret edemedi. Bekledikçe gözleri ağırlaştı. Olduğu yerde derin bir uykuya daldı. Rüyasında bir beyaz güvercin eline konmuş, avucundaki bulguru yiyerek ona gülümsedi: “Yunus, yaralı kalbin otunu sakın kökünden koparma. Çünkü onun kökünden beslenen karıncalar aç kalır” Diyordu. Yunus aniden kalktı. Acı otunun kalp yarasına baktı. Yara kurumuş, iyileşmeye başlamıştı. Dibine ise karıncalar yuva yapmıştı. Tüm karıncalar harıl harıl çalışıyorlardı. Lider karınca Yunus’a gülerek selam verdi ve yuvasına döndü. Sarı çiçek Yunus’un haline bakarak:

— Yunus, çok tembellik ettik. Yolcu yolunda gerek. Ne yapman gerektiğini biliyorsun hadi bakalım.

Yunus, acı otunun kalp yarasından bir parça alıp çantasına koydu. Nedensiz içine bir hüzün çöktü. Sarı çiçeğin ardından üzgün üzgün yürüdü. Dağlar tepeler aştılar. Kâh oturup kâh yürüdüler. Kâh güldüler kâh ağladılar. Sonunda kanadı kırık bir kuşun yanında durdular. Bu kuşun kanadı doğuştan böyleymiş. Kanadının ne derdi varmış ne de çaresi. Kuş ne yapsın halini kabul etmiş tavuk gibi yaşamaya başlamış. Yunus üzülmüş kuşa ama bizim kuş öyle neşeliymiş ki Yunus’un üzüntüsü hemen geçivermiş. Başlamış kuş ile oynamaya. Sarı çiçek onları izlerken çok eğlenmiş. Yunus’un aklından geçen soruyu bu garip kuşa sormuş:

— Tek başına sıkılmıyor musun kanatsız kuş?

Diye sormuş. Kuş, sarı çiçeğe bakarak:

— Yalnız değilim ki. Siz varsınız ya sultanım neden sıkılayım. Gittiğinizde de sizi düşünüp mutlu oluyorum. Çok az da olsa Yunus gibi arkadaşlarım oluyor.

Yunus’un yalnız kaldığı zaman canının sıkıldığı hali geldi aklına. Mahcup oldu. Bir kuş bile mutlu olurken bizim neden canımız sıkılıp mutsuz oluyoruz diye düşündü.

— Ben bir garip güvercinim gibi gelebilir size. Sanmayın ki yalnızım bu dünyada. Tek başıma kalabalık yaşıyorum. Neyse Yunus, sen beni sevdin, mutlu ettin. Sana en güzel tüyümü veriyorum. Al onu. Özenle çantana yerleştir. Bir gün düşün de gerekli olur. Bunun üzerine Yunus, cebindeki ekmek kırıntılarını çıkardı uçmaz kuşa yedirdi. Tüyü alıp çantasına koydu. Sarı çiçeğe baktı. Gitme vakti gelmişti. Yunus ardına bakıyor, el sallıyor, güvercine gülümsüyordu. Bir ara sarı çiçek Yunus’a şefkatle baktı.

— Yunus çok güzel bir kalbin var. Sevgi ve merhamet dolu. 

-Tüm çocukların kalbi güzeldir.

-Evet haklısın. Ama bazen bazı çocukların kalbi daha farklı olur.

-Nasıl yani?

-Mesela senin kalbin, nasıl desem kalbin içinde kalbin var gibi. neyse şimdi zamanı değil bir gün tekrar karşılaşırsak anlatırım.

Dedi Sarı çiçek ve arı kovanının olduğu bir ağacın altında durdu. Bir kovana bir Yunus’a baktı. 

-Sanırım arı kovanının içine elini daldırıp bir damla bal alman gerekiyor. 

Yunus hiç tereddüt etmeden ağaca tırmanmaya başladı. Bir çırpıda kovanın yanına ulaştı. Bir süre bekledi. Zaman ilerledi. Gün geceye devrildi. Sonunda elini çok yavaş kovanın içine daldırdı. Bir damla bal alıp ağaçtan indi. Sarı çiçeğe baktı. Sarı çiçek Yunus’un elindeki bala bakarak:

— Bu balı yemelisin. Ağzından çıkan her sözcük bal gibi tatlı olsun. Tüm dünya seni dinlesin.

Yunus, sarı çiçeğin dediğini yaptı. Balı yedi. Keyfi yerine gelmişti. Neşe içinde sarı çiçeğe sarıldı.

— Unutma Yunus, Mavi Nene seni bekliyor. Malzemeleri tamamladık sayılır. Şimdi gözlerini sımsıkı kapat ve kendini sana doğru gelen nefese bırak.

Yunus, sarı çiçeği o kadar çok seviyordu ki ne derse hemen yapıyordu. Sarı çiçek, Yunus için anne, baba, kardeş, arkadaştı. Hatta tüm bunlardan çok daha fazlasıydı. Yunus, bunları düşünürken kalbine ılık ılık bir sevgi akıyor, nedensiz heyecanlanıyordu.

Sarı çiçekten kendini ayrı düşünemiyor, aklına böyle bir düşünce geldiğinde gözleri doluyor başlıyordu ağlamaya. Şimdi de içli içli ağlamaya başlamış, içini bir hüzün kaplamıştı.

— Üzülme Yunus ben her zaman yanında olacağım. Kalbine üflediğim nefes bendendir. Artık bir olduk.

Yunus gözlerini açtığında bir başına dere kenarında oturuyordu. Etrafına baktı. Sanki kuşlar, ağaçlar, hava, su, toprak onunla konuşuyordu. Ama sarı çiçek yoktu. Ayağa fırladı sarı çiçeği aramaya başladı. Ararken içinden öyle güzel sözler dökülüyordu ki… Artık Yunus için yaşamak sarı çiçek içindi. Varsa sarı çiçek yoksa sarı çiçekti.

Bir yandan ise hayalini hatırlamaya çalışıyordu. Sahi neydi Yunus’un hayali. Çünkü tüm yolu onun için yürümüştü. Nenesine gidip Bolluk çorbasının malzemelerini vermeliydi. Belki Mavi Nene, Yunus’un hayalini hatırlamasında yardım edebilirdi. Kalbinde sarı çiçeğin sevgisi, çantasında Bolluk çorbasının malzemeleri, dilinde düşünün şarkısı dağ tepe bayır yürüyordu.

Sonunda kırmızı kapılı kulübeyi buldu. Kapı ardına kadar açıktı. Mavi nene ocağın başında çorbayı karıştırıyordu. Yunus’u görünce neşeyle ayağa kalktı. Yunus’a öyle bir sarıldı ki çocuğun az daha kemikleri kırılıyordu. Bir yandan da:

— Gel Yunus, otur şöyle, uzun yollardan geldin. Gel ocağın başına. Otur yamacıma. Tastamam buldun değil mi çorbanın malzemelerini? Bulursun elbet. Bulmaz mısın? İnsanın arkadaşı sarı çiçek olursa her şeyi bulur tabii.

Hem konuşuyor hem de Yunus’u seviyordu. Yunus, sanki evindeymiş gibi çok mutluydu. Çorbanın kokusunu duyunca ilk defa karnı acıktı. Çantasını açtı. Tüm malzemeleri Mavi nenenin önüne koydu. Mavi nene adeta çocuk gibi sevinmişti. Özenle her bir malzemeyi çorbaya katıp karıştırıyor, içinden bir şeyler söylüyordu. Bir ara Yunus’a bakarak:

— Gelirken söylediğin şarkıyı hatırlıyor musun Yunus?

— Şarkıyı, hayalimi her şeyi unutup geldim Mavi Nene.

-Olsun unutmak iyidir. En azından kendini unutmamışsın.

Diyerek güldü. Yunus da güldü.

— Bari bolluk çorbasını biraz karıştır da bereketi bol olsun.

Diyerek Yunus’a gülümsedi ve kepçeyi eline verdi. Yunus, nenenin şakalarına alışmıştı. Birbirlerine sarılarak birlikte bolluk çorbasını karıştırdılar. Çorbadan mis gibi koku adeta tüm ormana yayıldı. Biraz daha kaynadıktan sonra Mavi nene çorbadan bir tas Yunus’a verdi. Yunus çorbayı üfleyerek yavaş yavaş içti. İçtikçe yüzüne renk geldi. İçi ısındı. Mutlu oldu. Çorba bittiğinde ise hayali geri geldi. Sevinçle Mavi Nene’ye sarıldı.

Yunus, kendini bildi bileli hep uçmak isterdi. Her gece rüyasında uçar, kuşlarla konuşur, her sabah güneş doğmadan yatağına geri gelirdi. Bir gün uçmayı unuttu. Ne yaptıysa olmadı. Düşü kayboldu. Ama sarı çiçek Yunus’a yeniden nasıl uçacağını hatırlattı. Unuttuğu her şeyi sarı çiçekle yeniden hatırladı. Tüm bunları Mavi neneye öyle heyecan içinde anlattı ki Mavi nene onu can kulağı ile dinledi. Sadece Mavi nene değil hayallerini arayan başka çocuklar, karıncalar, ağaçlar, bilgiyi taşıyan sular daha nice canlılar Yunus’un bal damlayan sözlerine dinlediler. Yunus artık hiç susmadan kalbinden geldiği gibi konuşuyordu. Bir ara kendine geldiğinde bir de baktı ki etrafında bir sürü çocuk Bolluk çorbası içerek Yunus’u dinliyor. Yola çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Yunus, onlara dönerek:

— Siz de nereden geldiniz, diyerek onlara sarıldı. Tüm çocuklar neşe içinde Yunus’un etrafını sardılar. Mavi nene düş çocuklarını izlerken mutluluktan göz yaşlarını tutamadı. Bolluk çorbası bittiğinde Mavi Nene çocuklara ormanda oyun oynamaları için izin verdi. Kendisi ise ocağın başına geçip ateşi izledi. Sessizliğin sesini dinledi. Yüzünde çocuklarını doyurmanın mutluluğu vardı.

 

 -60.jpg

Mutfaktaki Gizem

Seyhan CAN

Unknown 2.jpeg

Yabancı Olmanın Ağırlığı

Emin SALMAN

book illustrations – Lola's Curmudgeonly Musings.jpg

İlya'nın  Orman Macerası

Acibe SIKAR

Sakız Daha Güzel

       Savaş Ünlü

bottom of page