top of page
Illustration by Elly MacKay.jpg

Yunus'un Bolluk Çorbası (3)

                Elem ERK
 

K_ Gal - Freedom (2014).jpg
Love - Yunus Emre.jpg
log in or sign up.jpg

SÖZ
 
“Ey sevgi dağı! Hayalimi sakla. Çünkü bir gün mutlaka geleceğim.”
Yunus, dağlara doğru yürüdü. Kendine yardımcı olacak bir dal parçası aradı. Bu sayede çalılıkların arasından rahat rahat derinlere en derinlere gidebilirdi. Işıl ışıl gözleriyle etrafına bakarken birden durdu. Sarı, yemişleri dallarından sarkan Alıç Ağacı neşe ile yüzünü güneşe vermiş dinlenmekteydi. Ne derdi ne tasası varmış gibiydi. Yunus, tüm içtenliği ile alıç ağacına yaklaştı:

— Nasılsın güzel ağaç? Adın ne senin?

Dedi. Yanına biraz daha sokularak ağacı duymaya çalıştı.

-Ah be çocuk hatırlamadın mı beni?

Yunus hatırlamaya çalıştı. Elini başına götürdü. Alıç Ağacı’na baktı baktı sanki tüm hayatı gözünün önünde yeniden canlandı.

-Sarı Çiçek ile yolda durup gölgesinde dinlendiğin ağacı ne de çabuk unuttun Yunus.

Yunus’un yüzündeki neşe ağaca da yansıdı. Yunus ağacı hatırlayamadı ama bu sevgi dolu karşılama karşısında ona sıkı sıkı sarıldı.

-İzin verirsen yanında biraz dinlenip senden ayrı düşen dalından kendime bir asa yapabilir miyim?

Dedi. Alıç Ağacı Yunus’a doğru eğilerek:

— Ooo! Yunus’um asanın vakti mi şimdi. Biraz dinlen yanımda. Senin yokluğunda buralarda çok şeyler değişti.

Yunus, Alıç Ağacı’nın bir derdi olduğunu hemen anladı. Biraz telaşlı yanına yaklaştı. Ağacın dibine oturdu. Kaygılı bir sesle:

— Anlat bana canım ağacım. Bilirsin ki sıkıntısını içine atanın yüreği şişer şişer şişer en sonunda bom diye balon gibi patlar. Yoksa Sarı Çiçek’e bir şey mi oldu?

-Merak etme Sarı Çiçek iyi.

Yunus, derin bir nefes aldı.

 

— Nereden başlayacağım bilemiyorum. Dur bakalım. Seni görünce heyecanlandım.

— Seni de görmek çok güzel ama çok merak ettim. Anlat hemen. Ne oldu?

Alıç Ağacı derin bir iç çekti. Birden konuya girdi:

-Teker teker, yana yana yok oluyoruz. Ne bu gökyüzüne bakabileceğiz ne de dallarımızda kuşlar şarkı söyleyecek…

Alıç Ağacı sözlerini tamamlayamadı. Başladı ağlamaya. Koca ağaç hıçkıra hıçkıra ağlıyor, burnunu çekiyor, dalları ile gözünden akan yaşları siliyordu. Yunus, ağacın koca gövdesini küçücük kollarını sarmıştı. Bir yandan da ona teselli vermeye çalışarak:

— Neden yok oluyorsunuz? Ben sizi korurum. Birlik olursak diğer tüm canlıları sevgimizle kurtarabiliriz. Sakin ol. Tane tane anlat bakalım derdini.

Alıç Ağacı sonunda sakinleşti.

— Karşı dağın tepesinde yaşayan kardeşlerim dün haber gönderdi. Artık kuşlar dallarına konmuyor, ziyaretine gelmiyorlarmış. Kimse yanlarına uğramadığı için de günden güne hastalanıyorlarmış. Asırlık akrabalarım çok üzgünler.

Alıç Ağacı daha fazla konuşamadı. Gözlerini kapattı. Yunus da konuşmadı. Uzun bir zaman ormanın sessizliğinde kaldılar. Aniden Yunus’un aklına bir fikir geldi.

— Sevgili Alıç ağacım bir de ben gitsem yanlarına. Bana yardım eder misin? Oraya nasıl gidebilirim.

— Kaf Dağı’nın kalbine mi? Kimse bilmez oranın yolunu. Bu zamana kadar giden hiç kimse geri dönmedi. Burada yaşayan hiç kimse de yolu bilmez Yunus’um.

— Ama mutlaka bir yol vardır.

Dedi Yunus iç çekerek:

-Mavi neneye sorsan belki o bilir.

Yunus, alıç ağacının yanında biraz daha kaldı. Alıç Ağacı Yunus’a hayretle bakarak:

— Demek yolculuğun kendi dağına Yunus.

— Evet hem de bu koca dünyada bilinmeyen, görülmeyen hayallerimin dağına. Ama o dağa nasıl gideceğimi bilmiyorum?

Diyerek sanki destek ister gibi Alıç Ağacı’na iyice dayandı Yunus. Alıç Ağacı ise:

— Şimdi anladım seni. O zaman sana bir yol arkadaşı lazım.

— Benim yol arkadaşım var.

Dedi Yunus. Birden kendini geri çekerek. Gözleri parladı ve ağaca baktı. Alıç Ağacı ise:

— Yol arkadaşın kim?

Dedi meraklı bir ses ile:

— Sarı Çiçek.

Alıç Ağacı derin bir nefes alarak Yunus’a sarıldı. Yunus:

— Sarı Çiçek kim bilir nerededir Yunus? Bizim acelemiz var. Bir an önce yola çıkmalısın. Bak Yunus…

Dedi. Sözün sonunu getiremedi. Alıç Ağacı sustu. Yunus’a bir kez daha sarıldı. Bir zaman sonra Yunus oturduğu yerden kalkarak:

— Seni burada yalnız bırakmak istemiyorum ama bekle beni geleceğim. Ben gelene kadar da dertli Bütimar kuşuna dönme sakın.

Yunus, ardına bakmadan Mavi Nene’ye doğru yola koyuldu. Patika yola geldiğinde biraz dinlendi. Bu defa Mavi Nene’nin yanında nefesinin gelmesini beklemedi. İçinden gelen sese kulak verdi. Sakin ama kararlı adımlarla patika yolu tırmandı.

 

“Gel Yunus gel

Doğan güneşe gel

Yolun kuşu çoktur

Kalbindeki dağa gel”

İçindeki sesi tam olarak duyamadı. Ama içinden gelen sevgi dolu coşkuya da karşı koyamadı. Birden durdu. Elini kalbine koydu. Az kaldı Yunus, diyerek yoluna devam etti. Her adım atışta sanki bastığı toprak titredi. Gökyüzü gürleyerek bulutları Yunus’un başına topladı. Yağmur hafif hafif yüzüne vurdu. Yunus, yağmurda döne döne aştı yolu. Sonunda Mavi nenenin kapısına vardı. Zaman kuş sesli çocukların göç zamanıydı. Çığlık çığlığa her yanı saran sesler eşliğinde aralık kapıdan ayaklarının ucuna basarak sessizce içeri girdi.

Ocağın başında ne kazan ne de Mavi Nene vardı. Yunus, yalnızlığa terk edilmiş kulübenin her yerine baktı.

— Mavi Nene’m! Neredesin güzel nenem! Kendi dağımın kalbine gitmeliyim. Yardımına ihtiyacım var.

Diyerek içeri dışarı her köşeye baktı. Yunus’un Mavi Nenesi ne evde ne de bahçede yoktu. Sadece kapının önünde Alıç ağacından bir asa durmaktaydı. Yunus, asayı aldı. İçi sızladı. Asanın üzerindeki yazıyı okudu: “Yol aşka, aşk ise kalbe konar”

— Mavi Nene’m bunu benim için mi yapmış? Nedir bu sözün sırrı acaba. Canım nenem kim bilir nerededir. Hangi çocuğa yardım ediyordur. Ama ne olursa olsun Mavi Nene ocağını bırakıp gitmez ki…

Dedi ve asayı eline alarak olduğu yere çömeldi. Bir süre karşı dağlara bakarak dalıp gitti. Üzgündü. Mavi Nene yoktu…

Telaş içinde nefes nefese kalan Mavi Nene, yaşlı bacaklarını tuta tuta yokuşu tırmanarak:

— Ah Yunus’um! Geldiğini bildim bilmesine de çok uzaktaydım. Beklettim seni.   Gel yavrucuğum. Gir içeri.

Diyerek Yunus’a sarıldı. Birlikte içeri girdiler. Mavi Nene ocağın yanında duran odunları ocağa dizdi. Yunus’a doyasıya bir daha sarıldı. Bir yandan ocağın ateşini harlıyor diğer yandan Yunus ile sohbet ediyordu.

— Demek dağın kalbini arıyorsun.

Diyerek ateşi yaktı. Yanmaktan dışı kararan çorba kazanını ateşin üzerine koydu. Küçük çalılar çıtır çıtır ses çıkararak yanıyor üzerindeki kalın odunları tutuşturarak etrafa ateş kıvılcımları saçıyordu. Yunus, ateşe dalmıştı. Ateş sanki küçücük bedeninde yanıyordu. Derin bir nefes alan Mavi Nene çorbanın suyunu kazana döktü.

— Yunus’um Bolluk Çorbası’nı özledin mi?

Yunus, dalgın bir halde Mavi Nene’nin sorusuna:

— Çok özledim Mavi Nene’m. Çorbanın malzemelerini Sarı Çiçeğim ile dağ tepe az aramadık.

— Eee! Çorbada tuzum var diyorsun yani.

Yunus, gülümseyerek:

-Mavi Nene, çorbanın tüm malzemelerini getirdik ya.

Dedi. Mavi Nene’nin engin denizleri anımsatan gözlerine baktı. Tereddüt ederek:

-Yoksa unuttun mu nenem?

Dedi. Mavi nene:

-Yunus’um unutur muyum hiç. Tabi ki de her şeyi hatırlıyorum ama anladığım kadarıyla senin hatırlayamadığın bir malzeme kalmış.

— Çorbanın malzemesi eksik mi Mavi Nene’m?

— Sorma telaştan sana söylemeyi unutmuşum. Sözü yok bu çorbanın.

— Ama Mavi Nene çorban çok güzeldi. Şimdi nereden çıktı bu söz. Aramakla bulunur mu?

— Hiç düşünmedin mi kalbinin peşine neden düştün. Bolluk çorbasının sözünü neden bulamadan geldin.

Dedi Mavi Sene ve Yunus’un sarı saçlarını severek konuşmasına devam etti:

— Ah Yunus! İnsan bir kez yola düştü mü artık kalbi hep yol ister. Şimdi hiçbir şey sorma. Asanı al var git sözünü bul ve buraya getir. Bakma öyle şaşkın şaşkın. Hadi yola çıkma zamanın geldi.

— Ya Alıç Ağacı…

— Onu hiç merak etme. Çünkü Alıç Ağacı’nın bir parçası sende olduğu sürece birbirinizi hissedersiniz ve her yerde buluşursunuz.

Diyerek Yunus’un elinde tuttuğu asayı işaret etti. Sonra ocağın üstünde kaynayan bolluk çorbasını karıştırarak:

— Yunus, evladım anlaşılan için rahat etmeyecek sen iyisi mi alıç ağacının yanına bir daha git.

Yunus, gülümseyerek asasıyla beraber patikadan bir çırpıda indi. Yol boyunca aklında tek bir soru vardı. “Söz nedir? Yenilir yutulur bir şey mi? Bolluk Çorbası’nın içindeki malzeme olduğuna göre sanırım sözü görebilirim. Sanırım bu defa işim zor. Hem sözümü bulacağım hem de Alıç Ağacı’na yardım edeceğim. Alıç Ağacı sözün ne olduğunu bilir mi? Sorsam mı acaba” Diyerek yürüyor bir yandan da kendi kendine konuşuyordu. Kuşlar susarak Yunus’u dinlemeye başladı. Yunus’un kalbinden geçenleri duydukça sessiz sedasız yolunu açtılar. Yunus, Alıç Ağacı’nın yanına geldiğinde cümle kuşlar döne döne uçtu. Alıç Ağacı’na konarak Yunus’a gülümsediler. Yunus, koşarak Alıç Ağacı’na sarıldı. Ağacın gövdesine sımsıkı tutunarak dalına tırmandı. Dala oturdu. Alıç Ağacı’nı dinlemeye başladı. Alıç Ağacı’nın hüzünlü hali yerini neşeye bıraktı. Yunus’un oturduğu dalı salıncak gibi salladı. Onu kendine biraz daha yaklaştırdı ve kulağına eğilerek:

— Ey Yunus! Artık sende, benden bir parça var. Bilmelisin ki her saniye birlikteyiz. Bundan başka ne istersin. Yolun zor. Tehlikesi çok. Sözü bulmak çok önemli ama hayalin ne olacak.

-Hem sözü bulurum hem de hayalimi. Yeter ki uçacağımı bileyim.

-Merak etme zamanı geldiğinde uçacaksın. Hem de ne uçma…

Yunus, uçacağını duyunca gözlerini kocaman açtı. Heyecan içinde alıç ağacına sımsıkı sarıldı. Hızlıca oturduğu daldan aşağı indi ve coşkun seller gibi akan yüreği ile Alıç Ağacı’na bir daha sarıldı. Sonunda hayali gerçek olacaktı. Asasını yanına aldığı gibi yola çıktı.

Alıç Ağacı ardından seslendi:

— Yunus, kalbinin sesini dinle. Kalbin seni yanıltmaz.

Alıç Ağacı’nın son söylediğini Yunus, duydu mu duymadı mı bilinmez. Ardından giden dağların en heybetli kuşu sonunda Yunus’un omzuna kondu. Yunus, kutsal dağlara doğru giden bir yola saptı. Yol, ağaçların arasından ovalara doğru uzanıyordu. Ağaçlar yeşilin en güzel renginde birleşerek kendi gökyüzünü oluşturmuştu. Dalları saran yaprakların arasına yuva yapan kuşların sesi sanki Yunus’un kalbindeki sözü söylüyordu. Sık çalıların arasında asasıyla ilerlerken Yunus ve omzunda duran dağların kuşu ise hayret içinde etrafı izliyor, başka diyarlara uçan kuşların sesini dinleyerek yürüyordu.

Bir zaman sonra Yunus omzunda duran kuşa baktı. Kuşu incitmeden eline aldı.

— Yol arkadaşım az dinlenelim. İsmini bilmediğim için sana yol arkadaşım dedim. Ama herkesin bir ismi olduğuna göre mutlaka senin de bir adın olmalı. Değil mi?

Diyerek kuşa sevdi. Dağların kuşu Yunus’a gülümseyerek:

— Olmaz mı Yunus, isimsiz kuş mu olur.

— Doğru söylüyorsun.

— İsmim Doğan. Doğan Kuşu derler bana.

— Demek Doğan Kuşu sensin. Adını çok duydum ama bir türlü karşılaşmadık.

— Nasıl bilirsin beni Yunus?

-Anlatılana göre çok uzaklarda yaşarmışsın. Hatta gökyüzünün yedinci katındaymış evin. Bu dünyada gezip görmediğin yer yokmuş. Bir gece seni bizim köyde bile görenler olmuş.

-İlahi Yunus, hayal gücün çokmuş senin.

-Hayal değilsin, işte karşımdasın. Hatta yol boyunca omzumdan bir saniye ayrılmadın. Sahi neden yanımdasın.

— Çok soru sordun. Biraz susup bekleyelim.

— Senin evin nerede. Yoksa dağlarda mı?

— Dağlarda Yunus’um. Hem de ne dağlar… Hiçbir yere benzemez bizim dağlar.

Yunus, heyecan içinde:

— Mavi Nene’nin sözünü götürünce beni de sizin dağlara götürür müsün?

Diyerek çocuk masumluğu ve içtenliğinde, Doğan Kuşu’na baktı Yunus.

Doğan Kuşu Yunus’un başında dönmeye başladı. Döndü döndü döndü sonunda durdu ve:

— Kim bilir belki de uçmayı öğrenir kendin gidersin Yunus.

Dedi. Yunus’un karşısında durarak. Yunus uçmayı duyunca havalara zıplayarak:

— Doğan Kuşu, sizin dağlarda çocuklar uçabiliyor mu?

Diyerek uçuyormuş gibi kollarını çırpmaya başladı.

— Uçmaz olur mu Yunus’um, hem de kuşlardan bile daha güzel uçuyor.

— Ya! O zaman ben de uçabilir miyim?

Doğan Kuşu, kanatlarını Yunus’un karşısında çırparak:

— Demek böyle kanat çırparak uçmak istiyorsun?

Dedi. Yunus, gülerek doğan kuşunu izledi ve bir yandan da onu taklit etmeye çalışarak:

— Evet. Uçmak istiyorum hem de çok istiyorum.

— Neden uçmak istiyorsun Yunus.

— Çünkü kalbim gökyüzüne aşık.

— Aşk iyidir. O zaman önce uçmayı öğrenmen gerekiyor.

— Gerçekten bir gün uçmayı öğrenebilir miyim?

— insan inandı mı her şey mümkün olur.

Yunus, neşeyle Doğan Kuşu’nun gagasına kocaman bir öpücük kondurdu. Yerinde duramadı. Bir an önce uçmak uçmak ve uçmak istiyordu. Sanki gözlerinde güneş doğdu. Asasına sımsıkı sarılarak:

— Hadi Doğan Kuşu, bir an önce başlayalım çünkü küçük kalbim bu kadar heyecanı kaldıracak kadar sabırlı değil.

— Yunus, sabır ve zaman hayallere ulaşmada en kıymetli hazinedir. Bunu sakın unutma. Yoksa uçamadan kanatlarını kırabilir ya da hayallerinden vazgeçebilirsin.

Yunus, ne yapması gerektiğini biliyordu. Hayallerinden asla vazgeçmeyecekti.  Ama sabırlı olmak onun için çok zordu. Çünkü heyecanlıydı. Sevgi dolu kalbi pır pır bir kuş misali yerinde durmadan sürekli atıyordu. Hafif buruk bir sesle:

— Biliyorum Doğan Kuşu…

Diyebildi. Çünkü bu dünyada uçmaktan daha güzel ne olabilirdi ki. Ellerini birbirine kavuşturarak biraz suratını astı. Doğan kuşu Yunus’a dönerek:

— Seninle çok güzel bir yolculuğa çakacağız. En ufak bir şeyde yüzünü böyle asarsan yol bitmez Yunus.

Yunus, biraz düşünceli ve utangaç:

— Haklısın. Mızmız bir çocuk gibi davrandığım için kızdın mı bana?

— Kızmak mı? Güldürme beni Yunus. Çocuk gibi davranmana gelince zaten çocuksun ama bu yolculukta büyüyüp güçleneceksin. Fakat seninle iki anlaşma yapmamız gerekiyor.

— Anlaşmayı kabul ediyorum?

Dedi Yunus. Doğan Kuşu Yunus’un omzuna konarak kulağına eğildi ve sessizce:

— En zor anlarda bile vazgeçmek yok. Sımsıkı hayaline sarılıp yeri geldiğinde uçacak yeri geldiğinde yürüyecek yeri geldiğinde ise hiç konuşmadan duracaksın.

— Tamam. Bunu başarabilirim. Başka…

— O da bu yolculukta her zaman yanında olmak isterim ama yolun çoğunu yalnız gideceksin.

— Nasıl yani?

— Benim başka çocuklara yardım etmem gerekiyor. Bu konuda soru sormak yok. Zamanı gelince her şeyi anlatacağım.

Yunus’un gözleri doldu. Bu koca yerde bir başına ne yapacağını bilemedi. Küçük bedeni daha da küçüldü. Doğan Kuşu, hemen Yunus’un karşısına geçip döne döne uçmaya başladı.

— Bak şimdi sana bir sır vereceğim ama bunu kimse bilmeyecek. Sadece sen ve ben. Şimdi yaklaş bana ve çok dikkatli dinle. Bu sır en zor zamanlarında senin kurtarıcın olacak.

Diyerek Doğan Kuşu etrafa baktı. Kimsenin olmadığından emin olduktan sonra da sırrın Yunusa verdi. Yunus’un gözleri kocaman açıldı ve sadece sustu. Doğan Kuşu ise Yunus’un karşısına tekrar geçti. Dönerek uçmaya başladı. Yunus’a seslendi:

-Hadi sen de dön Yunus. Kollarını kanat gibi düşün ve onları çırparak dön. Hayalini düşün. Gökyüzünün maviliğinde özgürce uçtuğunu düşün. Dön Yunus dön.

Yunus kollarını çırparak dönüyor, döndükçe de ayaklarının sanki toprağa basmadığı hissine kapılıyordu. Gözlerini kapatarak kozasındaki kelebek gibi çırpınıp duruyordu.

-Hüzünlü kuşlar diyarında

Kanatsız melekler

Sırlı bahçesinde çiçekler

Arı olur, yusufçuk olur

Çocuk kalbinde yol olur…

Yunus’un kalbinde başka bir çocuk vardı da dile gelmişti. Yunus uçuyor çocuk Yunus sözü söylüyordu. Ne kadar zaman geçti bilinmez Yunus yavaşça gözlerini açtı. Ayakları yere bastı. Sanki uçan da sözü söyleyen de kendisi değilmiş gibi şaşkınlıkla etrafına bakındı. Buraya nasıl geldiğini, Doğan Kuşu’nu dönmesini hatırlamaya çalıştı.

Ansızın asasının yanında olmadığını fark etti. Durdu. Etrafa baktı. Asa yoktu. Doğan Kuşu yoktu. Kendi var mıydı yok muydu bilemedi. Ellerine baktı. Gözlerini kapatıp açtı. Deryada bir başına kalmıştı. Sanki yerine başka bir Yunus gelmişti. Düş ile gerçek arasında bir yerde yüreği kuş gibi hafifti. Yere çöktü. Oturdu. Derin bir nefes aldı. Olduğu yere çöktü. Şaşkın şaşkın tekrar etrafına baktı. Yorgun bedeni uykuya teslim oldu.

Yunus, uyandığında hava aydınlanmak üzereydi. Bir hayli acıkmıştı. Çantasındaki alıçlardan bir avuç yedi. Açlığını biraz olsun bastırdı. Ayağına bir şey takıldı. Eğilip baktığında neşe içinde eğildi. Asasını bulmuştu. ‘Herhalde uçarken buraya düştü’ diye geçirdi içinden. Asasına da kavuştuğuna göre artık yoluna devam edebilirdi. Ama uzaktan gelen sesler ile birden irkilerek durdu.

— Yunus! Kurtar bizi. Kurtar bizi Yunus.

Yunus, sağına soluna baktı. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Nefesini tutarak seslere kulak verdi. Bu sırada aniden asası elinden fırladı. Asanın peşinden koşayım derken yere düştü. Üstü başı dikenlere takılıp yırtıldı. Ama sonunda asayı yakaladı. Sesler artık daha yakından geliyordu. Biraz daha gidince bir de ne görsün bir sürü kanadı kırık kuş Yunus’a sesleniyordu. Yunus, koşarak yanlarına vardı. Gözleri yaşla doldu.

— Size kim yaptı bu kötülüğü?

Diyerek kuşları sevdi. Minik kuşlar acı içinde inleyerek:

— Biz de anlamadık Yunus, birden her taraftan taş gelmeye başladı. Kaçacak vaktimiz olmadı. Her birimiz taş darbeleri ile yere düştük. Şimdi uçamıyoruz. Bize yardım edeceksin değil mi? Çok acı çekiyoruz.

— O nasıl söz tabii yardım edeceğim. Ama önce yaralarınızı temizlemek için su bulmalıyım.

— Bak şurada su var.

Dedi en küçük kuş ve kayaların arasından akan suyu gösterdi.  Yunus, hiç vakit kaybetmeden tüm kuşları avucunun içinde kayanın dibine taşıdı. Yaralarını temizleyip ceviz ağacının yaprağına sardı:

— Merak etmeyin iyileşene kadar yanınızdan hiç ayrılmayacağım. Kimse size zarar veremez. Eğer gelirlerse bu gördüğünüz asam ile onları kovalayacağım.

Diyerek asasını alıp kuşlara gösterdi. Kuşlar hayret içinde Yunus’u izlediler.

— Bizim de böyle bir asamız vardı. Sonra babam onu çok önemli bir görevi olan bir çocuğa vermiş.

— Sizin babanız kim ki?

— Babamıza Doğan Kuşu derler. Bu dağlarda herkes onu bilir.

— Demek siz Doğan Kuşu’nun çocuklarısınız?

— Evet. Babamızı tanıyor musun sen? Bize dedi ki siz burada bekleyin mutlaka geleceğim. Ben gelemesem bile Yunus gelecek’ demişti.

— Geldim canlarım. Yanınızdan hiç ayrılmam artık. Demek doğan kuşu yavrularını bana emanet etti.

— Babamız şimdiye kadar bizi kimseye bırakmamıştı. Senin çok güzel bir kalbin olmalı Yunus. Çünkü babam kolay kolay kimseye güvenmez. O insanların içinden konuştuğu ne varsa duyuyor biliyor musun?

Yunus, konuşmadan minik kuşu dinledi. Doğan Kuşu’na sevgisi bin kat daha arttı. Aslında ne diyeceğini bilemedi.

— İyileşmeniz için zamana ihtiyacınız var. Bol bol konuşuruz. Size güzel bir masal anlatmamı ister misiniz?

Minik kuşlar hep bir ağızdan bağırdı:

— Yaşasın. Evet isteriz isteriz…

— Anlaşıldı sizde benim gibi masal dinlemeyi çok seviyorsunuz. Ama önce sessiz olmalısınız.

Diyerek en sevdiği  masalı minik kuşlara anlattı. Kuşlar masalın ortasında uykuya daldı. Uyandıklarında ise Yunus kaldığı yerden devam etti. Günler geceler göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Minik kuşlar iyileşti. Yeniden uçmaya başladı. Yunus tüm yavru kuşları etrafına topladı:

— Şimdi sizin güvenli bir yere ihtiyacınız var. Doğan Kuşu gelene kadar yanımdan ayrılmayın. Birlikte kısa bir yolculuğa çıkacağız.

Dedi. Kuşları ayrı ayrı sevdi. Yola çıkma vakti geldi. Yol boyunca yavru doğan kuşu Yunus’a gördüğü her şeyi anlatıyordu.

Konarak göçerek bir hayli yol alan Yunus ve doğan kuşları bir de baktılar ki Alıç Ağacı’nın dalındalar. Alıç Ağacı daha yaşlanmış, yaprakları dökülmüş ama dallarındaki meyveleri iyice olgunlaşmıştı. Meyvelerin ağırlığından dallar yüzünü aşağı çevirmişti. Gövdesi ise iyice güçlenmişti. Yunus’u gören Alıç Ağacı şefkatle:

— Ne yerde ne gökte olan Yunus’um, buldun mu sözünü?

— Sorma Alıç Ağacı’m dereler tepeler aştım, sırlı yollara vardım da sanki yer yarıldı içine düştü söz. Bundan dolayı bilemiyorum. Yolda giderken kanadı kırık kuşlarla karşılaştım. Doğan Kuşu babalarıymış. Burada kalsınlar ben sözü tekrar aramaya gidiyorum.

— Biraz bekle Yunus. Söz bu belli mi olur bir bakmışsın yel getirmiş. Bir de bakmışsın sel getirmiş. Bir anda kalbine konup dile gelmiş.

Yunus, sabırsızlanarak:

— Ne zaman?

Diyebildi. Alıç Ağacı:

— Kim bilir? Ama inan ki Yunusum, bulacaksın sözünü. Bu yolda giden hiç kimsenin heybesi dolmadan geri gelmemiştir.

— Peki ne yapacağım şimdi?

— Gözünü gönlünü dört açacaksın. Bu koca dünyayı gezecek, göreceksin. Kâh dinleyecek kâh konuşacak kâh izleyeceksin.

Yunus, dalmış uzaklara bakıyordu. Alıç Ağacı ise Yunus’u kendine getirmek için dalını hafifçe sallayarak Yunus’a bir şaka yaptı. Yunus, dala tutunmamış olsa az daha düşecekti. İkisi de gülmeye başladı. Tam bu sırada uçmayı yeni öğrenen cümle kuşlar Yunus’un yanına doluştu. Herkesin keyfi yerindeydi.

— Bak! Kim geldi.

Dedi Alıç Ağacı, Doğan Kuşu’nu göstererek. Yunus oturduğu daldan adeta uçarak yere fırladı:

— Doğan kuşu…

Dedi Yunus. Kuşlar dile geldi. Döne döne Yunus’un etrafında uçmaya başladılar. Yunus, hayretler içinde onları seyretmeye başladı. Bir süre sonra gökyüzünden süzülen Doğan Kuşu Yunus’un omzuna kondu ve:

— Bakıyorum yola çıkmaya hazırsın Yunus.

Dedi. Yunus öylesine mutluydu ki… Doğan kuşu Yunus’a:

— Yunus, bu dünyada her şey mümkün. Sen sadece sev. Her şeyi çok sev. Yolu, sözü, maviyi, yeşili, dağı, taşı, ormanı, gökyüzünü… En çok da kulağından kalbine fısıldanan sırrı sev. Onu sakın unutma. Vakit tamam. Daima sıcak sımsıcak yerlere uç. Buradakileri merak etme. Sen dönene kadar bekleyeceğiz.

Dedi ve Alıç Ağacı’nın dallarındaki tüm kuşlara işaret vererek Yunus’un peşine gönderdi. Sadece Doğan Kuşu ve yavruları geride kaldı.

Yunus’un kalbinin içi coşup taştı. Sözün peşinden, dağları tepeleri sular seller gibi aştı. Mevsim kışa dönmeden cümle kuşlar Bolluk Çorbası’nın sözü için Yunus ile uçuyor bir yandan da Yunus’un coşkusuna ortak oluyorlardı. Ama vakit daraldıkça daralıyor zaman çok hızlı geçiyordu. Yunus aniden bir dağın yamacında durdu. Kuşlar bu soğuk havada neden burada durduklarını anlamadılar. Dağın tepesine kar yağmaya başlamıştı. Bu soğuklarda iyice birbirlerine sokulup ısınmaya çalıştılar. Yunus, hiç konuşmuyor sadece uzaklara bakıyordu. Dağın sessizliğini rüzgâr ve arada kayalardan kopararak aşağı düşen taş parçaları bozuyordu. Birden heyecanlı serçe:

— Yunus, neden uçmuyoruz?

Dedi. Yunus, daldığı uzaklardan gözlerini ayırarak serçeyi sevdi. Diğer kuşlara baktı. Derin bir iç çekerek:

— Yolun bundan sonrası zor da ondan. Her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor.

— O zaman geri dönelim biz.

Dedi en yaşlı kuş. Zaten bu yola dayanacak kadar güçlü kanatlarım ve kalbim yok.

Yunus, kuşların düşüncelerini hiç konuşmadan dinledi. Sustu. Bir süre sonra ardına bile bakmadan dağın tepesine doğru yürüdü. Tepede karın içinde duran yaşlı bir ağacının yanına vardı:

— Asırlardır nelere tanıklık eden yalnız ağaç, buralara kadar Bolluk Çorbası’nın sözünü bulmak için geldim. Bu delilik midir ben bilmem. ‘Sözü bul ve getir’ dedi Mavi Nene… Şimdi kara kışa karşı yalnızım.

Yaşlı Alıç ağacı sert esen rüzgâra karşı Yunus’u koruyarak:

— Bu dünyada hiçbir varlık yalnız değildir Yunus. Ne çiçek ne böcek ne hayvan ne de insan…

Yunus, ağacın koca gövdesine daha da sıkı sarılarak hıçkırarak ağlamaya başladı. Ağladıkça gözlerinden akan yaş toprağın, göğün, cümle varlığın kalbine işledi. Alıç ağacı devam etti:

— Yunus, Yunus’um. Senin de çok dostların var. Dostlarının da dostu var. Sen hiç üzülme. Mademki söz seni bekler durma var git. Söz bu hemencecik dile gelmek ister. Çocukları mutlu etmek ister. Unutma ardına bakmadan kalbine doğru hiç durmadan yürü.

Yunus, gözlerini silerek bu dağ başında bir başına duran yaşlı Alıç Ağacı’na bir süre daha hayretle baktı. Olgunlaşan meyvelerini topladı. Cebine doldurdu. Yaşlı Alıç Ağacı ile sohbet etmek Yunus’a çok iyi geldi. Ondan öyle bir güç aldı ki tüm korkuları geride bıraktı. Hiçbir şey demeden asasını aldı. Gül rengi kırmızı montunun yakasını düzeltti. Mavi Nene’nin ördüğü siyah beyaz beresini başına taktı. Neşe içinde uçarak yoluna devam etti.

Yokuş yukarıya doğru çıkarken kâh dinlendi kâh yavaşladı kâh coştu hızlandı. Artık hava kararmaya başlamıştı. Etrafa bakarak dinlenecek yer aradı. Bulamadı. Öyle bir yerdeydi ki ne yapacağını bilemedi. Her yer bembeyazdı. Hiç kimse yoktu. Yalnız çok uzakta bir toz bulutu gittikçe Yunus’a yaklaşıyordu. Yaklaştıkça toz bulutları karanlık şekillere dönüyor ve Yunus’u bir korku sarıyordu. Yunus, ne yapacağını bilemedi. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Korkuyordu. İyice yaklaşan simsiyah sürüngenler ve uçan canavarlar karşısında titreyen bir sesle kendisine verilen kalbindeki ilk sırrı söyleyen Yunus, gözlerini sımsıkı kapattı. Asasını iki eliyle sımsıkı tutarak yere kapandı. Olduğu yerden hiç kıpırdamadı. Kendini bildi bileli her yerde karşısına çıkan yeşil başlı ve kıyafetli dostu geldi aklına. Aniden gözlerini açarak:

— Yeşilin gücü, sevgisi ve cesareti olan dostum neredesin? Gel, gel bir yüzünü göreyim. Gel, asamı sana vereyim. Gel, en güzel sözleri sana söyleyeyim. Korkuyorum güzel dostum. Etrafımı saran bu karanlıktan korkuyorum. Onlara karşı koyacak gücüm yok. Sen beni ben seni bilirim. Gel…

Dedi. Bekledi. Gözlerini kapatıp bir daha yere kapandı. Uyku ile uyanıklık arasında bir ışığın kendisine doğru gittikçe yaklaştığı hissetti. İçini bir huzur kapladı. Yavaşça ayağa kalktı. Gözlerini açtı. Karanlığın ortasında iki eski dost buluştu. Yeşil dostunun gözlerine bir kez daha uzun uzun baktı. Sessizce asasını, hırkasını, şapkasını çıkarıp dostuna verdi. Dostu sessizce asayı Yunus’un üstünde döndürmeye başladı. Asa ile Yunus da ellerini göğe doğru kaldırarak dönmeye başladı. Yunus’un yüzünde sanki güneş doğuyor ve etrafında ne varsa aydınlığa çeviriyordu. Artık Yunus korkmuyordu. Sessizce yere oturarak dostuna sarıldı.

— Sevgili dost, Yeşil’in en güzeli. Ne güzel bir dostluk bu. Ne büyük sevgidir bu.

Yeşil, Yunus’a daha bir sarıldı.

— Nereden gelip nereye gidersin Yunus’um yine.

— Hani çocukken her şeyi severdim ya hani hep hayalini kurardım.

— Çok yaşayasın sen Yunus’um. Peki nerededir bu hayalin? Buldun mu onu?

— Hiç değişmemişsin Yeşil. Ne bileyim bulup bulmadığımı. Bulsam bile nasıl anlatayım bilmiyorum ki.

— Söz ile Yunus, söz ile…

Yeşil elini Yunus’un kalbinin üzerine koyarak:

— Kalbinin içinde her şey var. Dile ondan ne dilersen.

Tam bu sırada beyaz bir güvercin gelip Yunus ile Yeşil’in ortasında durdu. Güvercin o kadar güzeldi ki ikisi birden hayran hayran onu izledi.

Güvercin ciddi bir şekilde her ikisine baktı ve:

— Söz istersen söz hayal istersen hayal…

Dedi. Yunus şaşkınlıkla güvercine baktı. Yeşil, Yunus’un kalbinden elini hiç çekmedi. Mavi Nene’si Bolluk Çorbası’na söz bekliyordu. Ya hayalleri ne olacaktı. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Birden:

— Mavi Nene söz bekler ben en iyisi ona sözü götüreyim. Siz burada bekleyin bir çırpıda gelirim.

Yeşil, asayı işaret ederek:

— Asan olmadan geri dönemezsin Yunus. Asa bende. Ancak yürüyerek gidebilirsin. Bu da senin için çok tehlikeli bir yolculuk olur.

Yunus, bir beyaz güvercine bir Yeşil’e baktı.

— Döndüğümde sizi burada bulabilir miyim?

Sesi öyle üzgündü ki… Yeşil, yavaşça elini Yunus’un kalbinden çekti. Beyaz güvercin uçtu gitti. Güvercin gidince Yunus’a bir hüzün çöktü. Yeşil’in elini sımsıkı tutarak:

— Yeşil,

— Söyle Yunus’um.

— Ben hayalimi istiyorum. Hatırlıyor musun bizim bir Kaf Dağı’mız vardı?

— Hatırlamaz mıyım?

— İşte ben Kaf Dağı’na uçmak istiyorum.

— O zaman yoluna devam et. Sakın vazgeçme. Mutlaka seni yolda oraya götürecek başka bir kuşa rastlayacaksın. Kim bilir belli mi olur bir bakmışsın Yol arkadaşın ben oluvermişim.

-Gerçekten yol arkadaşım olur musun?

-Hiç soru sormayacaksan neden olmasın Yunus’um.

Yunus’un kalbindeki sözler birden bire volkan gibi patlayıp dışarı çıktı:

 

 

‘’Misk-i amber kokuyor gece

Aşkı çağırıyor cümle kuşlar

İçime akıyor ab-ı hayat

Geceye konuyor söz

Kalemimde seyyahın defteri

Dilimde Yunus’un ilahisi

Kâh aleme kul olurum

Kâh aleme gül olurum

 

Koca dağın dumanında ben

Kırık gövdesinde çiğdemler

Kayalarında eski çarıklarım

Ansızın düşerim yollara

Seyreylerim dağın nefesini

Nefesin bin bir halini

Kâh aleme kul olurum

Kâh aleme gül olurum’’

 

Yunus, söze geldi. Dili çözüldü. Kapı açıldı. Baktı. Gördü. Konuştu. Dostu Yeşil, Yunus’un bal damlayan sözünü dinledi. Dağ taş dinledi. Kuşlar dinledi. Gök dinledi. Yer dinledi. Söz uçtu cümle kuşların kanadında koca alem dinledi.

 -60.jpg

Mutfaktaki Gizem

Seyhan CAN

book illustrations – Lola's Curmudgeonly Musings.jpg

İlya'nın  Orman Macerası

Acibe SIKAR

Sakız Daha Güzel

       Savaş Ünlü

bottom of page